“…Hayat ve devam, çünkü osmanlı imparatorluğunun talii [tâlihi] kendisi göçmek ve kendisi ile birlikte milletin varlığını bitirmekti.
“Sevr osmanlılığının hakikat olduğunu farzediniz… […]
“Böyle bir şey imkânsızdı: Fakat saray ve hanedan bunu kabul etmiştir. Eğer millet, saray ve hanedandan ayrılıp, kendi hayat ve devam şartlarını aramasaydı, eğer Atatürk’ün sancağı altında erkinlik savaşana girip, kendi devletini kurmasaydı, bir esirler sürüsü olurduk. […]
“Biz bir rejim değiştirmiş değiliz: Tek yaşama ve kalma yolunu bulmuşuzdur. […]
“…On iki yılda, bu halk, yapılabilecek olanın fazlasını yapmıştır. Bugün, türk milletinin, bu topraklarda ne güzel bir insanlık eseri inşa etmekte olduğuna şüphe eden hiç kimse kalmamıştır… […]
“Sevinç ve gurur, bizim kadar kimsenin hakkı değildir. Bizi sevindiren ve gururlandıran ne varsa, hepsini ona, yaratıcı ve kurtarıcı Atamıza borçluyuz. Bütün dünyayı bize, ve bizi kendimize inandıran odur.” (F. R. Atay, “Bayramımız”, Ulus, 29.10.1935, s. 1)
Atay gibi Fanatik Kemalistlerin Mâbûdu, “en güzel tanrılardan daha güzel” imiş
Ömrünü İslâm düşmanlığı, Kemalizm propagandası ve sefâhatle geçirerek bir Münkir sıfatıyle ölen, Türkiye’deki Siyonist Lobisinin - arkadaşı Bediî Faik’le berâber- mühim bir elemanı olan Farmason (Aydın Locası müntesibi) Atay, bu kadarla da iktifâ etmiyor, Çankaya isimli Kemalist Propaganda kitabında (İstanbul: BATEŞ Yl., 1980 –ilk baskısı 1968-, s. 489), mâbûdlaştırdığı “Ebedî Şef”inden “…En güzel tanrılardan daha güzeldi…” şeklinde bahsediyor…
“Ebedî Şef”i öldüğü zamân, Ulus gazetesinde başlıksız olarak neşrettiği (berbâd üslûblu ve mürâîce) bir fıkrasında ise: “En mesut Türkler, Atatürk yaşarken ölmüş olanlardır” diyordu:
“Bırakınız, son kanlı damlasına kadar, göz yaşlarınızı onun yasında tüketiniz; Atatürk’ün ölümünü görmüş olanlar, bir daha kime ağlayacaksınız? […]
“En mesut Türkler, Atatürk yaşarken ölmüş olanlardır. Ömrümüzün ve Türk tarihinin en acı yasını tutmak talihsizliği bize düştü. Halk, en büyük Türk kahramanını, ordu, en büyük Türk Başbuğunu, tarih, en büyük Türk’ü ve asrımız en büyük insanını kaybetti. Acının derinliğini, sıcak ruh yaramız soğumağa ve uyuşan beynimiz yeniden işlemeğe başladığı zaman anlıyacağız. […]
“Onsuz… Fakat ona bin kere verdiğimiz bir tek namus sözüyle kaldık: Eserini ve davasını korumak ve yükseltmek; bizler için hayatın bir manası varsa, bu yemini yerine getirmek için yaşamaktır.
“Bugün ona ağlayıp yanmak için bir tek kalbiz; yarın onun eserini ve davasını müdafaa etmek için bir tek irade gibi kaynaşacağız. İlh…” (İ. N. Dilmen’in başında bulunduğu Kemâlperest Dil Kurumu’nun nâşiriefkârı Türk Dili; Türkçe-Fransızca Belleten mecmûasının -hâssaten Ulus gazetesinde münteşir haber ve makâlelerden derlenerek meydana getirilmiş “Millî Yas Sayısı”ndan, İlkkânun – Décembre 1938, No: 33, İstanbul: Devlet Basımevi, s. 55)

Kemalizmin baş kalemşörü ve matbûâttaki bir numaralı sözcüsü Fâlih Rıfkı Atay ile mâbûdlaştırdığı “Büyük Şef”i bir arada…
***
Hüseyin Cahit Yalçın: “Bugün hayâta gözlerini kapıyarak ademin [yokluğun] karanlıklarına vücûdünü terkederken l̃âyemutluğun yüksek şâhikalarında çehresi nûrânî bir hâle ile parlıyor”
Mustafa Kemâl, Ahmed Emin Yalman, Dr. Şefik Hüsnü Değmer, v.s. ile aynı Cemâate mensûb olan Hüseyin Cahit Yalçın hakkında Mustafa Kemâl’in Havradaki Resmî Cenâze Âyini ünvânlı araştırmamızda (Yeni Söz, 4.8.2022 – 1.10.2022, 58 Tefrika) bir hayli mâlûmât vermiştik. Gazeteci, edebî muharrir, mütercim, siyâsetci, nâşir, fikir adamı, İttihâdcı, Kemalist, Türkiye Meşrik̆-i Âzamı’nın müessislerinden ve Siyonizmin harâretli destekcilerinden, Müslümanlığın ve Allâh ak̆îdesinin en yaman hasımlarından Hüseyin Cahit Yalçın, Sabatay Sevi yerine ikâme edilen “Mutlak Şef”inin ölümü gününde, Cemâatinin onu Anadolu Milletinin mâbûdu hâline getirme projesine muvâfık bir makâle kaleme almıştı. Bu gâyeye vâsıl olmak için kullandıkları başlıca tâbiye, hilâf-ı hakîkat olarak, onu Türk Milletiyle aynîleştirmekdir:
“Bu milletin ruhunu en iyi Atatürk anladı…
“Atatürk ve millet ayni şeydi. İşte baştaki şefin ve o şefe sarsılmaz bir iman ve itimad ile bağlı milletin bu âhenktar anlaşmalarıdır ki tarihin en büyük mucizesi olan Türk Cumhuriyetini yarattı…
“Muvakkat hayâtı içinde ebediyeti kucaklamak gibi bir hârika göstermişti”
“Atatürk öldü. Bu kısa ve basit cümlenin Türk milleti için ifade ettiği ıstırap ve teessürün hakkile tasvirine imkân olamaz. Onun hayatı baştan başa bir mücadele ve bir destandır. O da hepimiz gibi bir insandı, fânî bir mahlûktu. Fakat muvakkat hayatı içinde ebediyeti kucaklamak gibi bir harika göstermişti. Çalıştı, çırpındı; ihtiraslar ve kinlerle mübareze etti. Fakat bugün hayata gözlerini kapıyarak ademin karanlıklarına vücudünü terkederken lâyemutluğun yüksek şahikalarında çehresi nuranî bir hale ile parlıyor. Çokları için bir nisyan uçurumu olan ölüm, onu insanlık zaaflarından uzaklaştırmak suretile bütün bütün büyültmüştür.
“Atatürkün ölümü bugün, bilâistisna, her Türkün kalbini hüzün ve elemle dolduruyor. Çünkü Türk milletini inkıraz felâketinden, zillet ve esaretten o kurtardı; canlı, muntazam ve modern bir devlet[i] o kurdu.
“…Haşmet-i huzûrunda huşû ile iğilmek, her Türk için en tabiî bir vicdân borcudur”
“Fakat bununla kalmadı. Atatürk milletini ortaçağların köhne ananaleri ve müteassıp bağları ile zincirlenmiş tefekkürün esaretinden kurtararak hür ve modern düşünce ve hareket sahasına eriştirdi. Onun asıl büyüklüğü işte bundadır. İnkâr kabul etmez muazzam hizmetlerinin ve muvaffakıyetlerinin haşmeti huzurunda huşu ile iğilmek her Türk için en tabiî bir vicdan borcudur.
“Atatürk’ün beş-on sene içinde yaptıklarını biz asırlar içinde bile bu millete nasîb olamıyacak saâdetler diye hülyâ ederdik”
“Türk milleti kahramanlar fideliğidir. Tarihin en eski zamanlarındanberi Türkün adı, Türkün şanı ve ordusu Dünyaları kaplamış, her kıtada hükümran olmuştur. Büyük imparatorluk bânileri, cihangir kumandanlar, yüksek devlet adamları itibariyle Türk dünyanın en zengin milleti sayılabilir. Böyle bir millet içinde temeyyüz ve teferrüt edebilmek çok zor bir mazhariyettir. Atatürk işte bu harikayı gösterdi. Büyük bir kumandan, yüksek bir devlet adamı ve dahî bir inkılâpçı olarak cihan tarihinde yer aldı.
“Atatürkün beş on sene içinde yaptıklarını biz asırlar içinde bile bu millete nasip olamıyacak saadetler diye hülya ederdik. Onda derin ve uzak bir görüş, devamlı ve yılmaz bir irade, askerlik sahasında olduğu kadar idare ve siyaset âleminde de büyük bir manevra kabiliyeti vardı. Hedefi göz önünden kaybetmeden, ahval ve şeraitin icaplarına uymağı ihmal etmezdi. Lâzım geldiği zaman en şiddetli bir hamle ile bütün batıl itikatlara, kökleşmiş itiyatlara hücum etmekte ve her şeyi yere yıkmakta tereddüt etmeyen bu müceddit henüz münasip vaktin hulûl etmediğini hissettiği dakikalarda teenni göstermesini de bilirdi.
“İnk̆il̃âblarını bir sehl-i mümteni ile yaptı”
“Bu milletin ruhunu en iyi Atatürk anladı. O kadar büyük inkılâpları o kadar bir ‘sehli mümteni’ ile yaptı ki bunları hayret ve zevk ile temaşa etmemek kabil değildi. Bütün yenilikler sanki sihirli bir güneşin hayat verici tesiriyle kendi kendiliklerinden fışkırıyor gibi, tabiî surette, kolay kolay biribirlerini takip ettiler.

(Yeni Sabah, 11.11.1938, s. 1)
Sabataî Cemâat̃inin ve müttefîk̆lerinin başlıca bir tâbiyesi, biz Türkleri onunla aynîleştirmekdir… Rûhumuzun isyân ettiği İnk̆il̃âblar ve -başta topyek̃ûn kültür jenosidi olmak üzere- Totaliter Rejimin bütün o hadsiz-hesâbsız mezâlimi, bizim ismimizle icrâ edilmiştir…
***