Bir televizyon kanalı, delilerle ilgili arşiv görüntüleri yayınlıyordu. Merhum gazeteci ve televizyon programcısı Savaş Ay, bir akıl hastanesinde hastalarla röportaj yapıyordu.

Savaş Ay, hastanedeki hastalara soruyordu:

“Buradan memnun musunuz?”

Normal şartlarda cezaevindeki mahkûma böyle bir soru sorulsa genellikle “Hiç memnun değiliz, bir an önce çıkmak istiyoruz, pişmanız,” gibi cevaplar alınabilir. Fakat konu bir akıl hastanesi olunca işler değişiyor. Röportajın devamında deliler şunları söylüyor: “Biz burada memnun değiliz. Hastayız ama hastanenin bütün temizliği bize yaptırılıyor. Bulaşıkları biz yıkıyoruz, merdivenleri biz temizliyoruz, her gün yerleri biz paspaslıyoruz, kahvaltıları biz hazırlıyoruz, yemeklerin çoğunu bile biz yapıyoruz...” Savaş Ay bu duruma şaşırıyor ve hemen başhekimi çağırıyor. Başhekim, kibar bir hanımefendi, yanlarına geliyor. Gazeteci, başhekime yükleniyor:  “Efendim, bu söylenenleri duyuyor musunuz? Buradaki hastalara nasıl böyle iş yaptırabilirsiniz?”

Başhekim oldukça zarif bir şekilde cevap veriyor:

“Efendim, burada hastaların yaptığı işler onların tedavi sürecinin bir parçasıdır. Bu yöntem, doktorlarımız tarafından belirlenmiştir. Biz sadece ilaç vererek onları daha da hastalandırmak istemiyoruz. Geleneksel yöntemlerle, hastalarımızı aktif bir şekilde tedavi ediyoruz.” Savaş Ay ve oradaki hastalar (sözüm ona deliler),  hastane yönetimine yönelik suçlayıcı tavırları bir süre sonra tebessüme dönüşmüştü. Bu arada, hastaların “Biz hastayız, bize iş yaptıramazlar” demelerinin ardında ince bir zekâ olduğunu düşünüyorum.   

Akıl hastanesinde acı çekmiş, travmalar yaşamış, zihinsel olarak ağır hasar görmüş hastalar olduğu gibi; doğuştan gelen yapısıyla toplumda "deli" rolüne bürünen insanlar da vardır. “Biz hastayız, bize iş yaptıramazlar” diyenler, belki de hasta değil, delidir. Yani klasik anlamda mahalle delisidir. Zaten mahallelerden deliler çekilince, kapkaççılar, yol kesenler çoğalmadı mı? Sadece mahallelerde değil, memlekette de delilerin azalmasıyla insanlığın azaldığını fark ettim.                                                                                                             Modern psikoloji ölçeğinde "deli" olarak görülmeyen bu insanları ben "nazlı deli" kategorisine koyuyorum. Mahalle delisine "deli" dememizin sebebi, onların kimi zaman veli karakterli olmaları ve sahip oldukları saf düşünceyle insanları hayrette bırakmalarıdır. Deliyle akıl hastasını ayırmamın sebebi budur. 

Deliler hakkında yazar Zeki Bulduk, Müstesna Deliler kitabında şöyle der:  “Bir deli sadece, yalnızca, asla, bizatihi deli değildir; bir şehrin hafızasıdır. İnsanlığımızın vicdanıdır. Merhamet adlı bir delikli çalgıdır. Ney gibi...”               

Nitekim zamanında Nasreddin Hoca’nın da yaptığı bazı davranışlar bugün psikiyatriye göre delilik olarak algılanabilir. Ancak biz onu deli değil, veli olarak biliyoruz.  Nasreddin Hoca’nın eşeğe ters binmesini ulu hocalar yorumlamasaydı, belki biz de onu deli zannedecektik. Oysa hocanın bu davranışı;  bir hiciv, mizah ve toplumsal eleştiriden başka bir şey değildi. Nasreddin Hoca bu hareketiyle toplumun bakış açısını sorgulamak ister. İnsanların her şeye tek bir yönden bakma alışkanlığını eleştiridir. Hocanın eşeğe ters binmesi aynı zamanda alçakgönüllülüğün de bir göstergesidir: “Ben önde olmayayım, halkla aynı hizada olayım.” Normalin dışında görünen bir şey yorumu iyi yapılırsa, mantıklı bir gerekçeye dayandırılabilirse delilik formundan kurtulur.  Bu nedenle psikiyatrinin aksine, eşeğe ters binmek de delilik değil; zekice bir semboldür diyebiliriz.