Düzensiz kalp atışlarıyla kendi ritmime tutunamamanın hüznüyle, en kalabalık anımda sana sesleniyorum Allah’ım. Bir bakıyorum ki insanlar hayatın akışına uyum sağlayamamış; yokuşu düze vurmuş, cüsseleri cürümlerine dar gelmiş.
Herkes yalnız… Herkes efe, herkes hoyrat tavırlarıyla dünyaya meydan okuyor. Ruhları bir anda firara düşüyor; firari sevdalara ram oluyorlar. Sızıdan sızı doğuyor, renklerinden renkler kopuyor. Onlar için uyanış yok; kahreden gaflet uykusunda horul horul homurdanıyorlar.
Peki, sonra ne oluyor? Yolun sonunda, son durakta terazileri tartmaz oluyor artık. Kahkahalar eşliğinde bir gözyaşı fırtınası koparıyorlar. Mahalleli bakakalıyor onlara. Cinnet halinde sağa sola saldırıyor, bir damla suya hasret kalıyorlar.
Bu hoyrat tipler, vurdumduymazlar, ellerine imkân geçince acımasız davranışlarıyla dörtnala koşan küheylan atları gibi olurlar. Ama koca dünya kocaltıyor koca insanları. Eriyen mum, eriyen kum misali cama evrilmişler ve dönüş yolunda ilerliyorlar. Bunlar, dörtnala koşan küheylan atı iken sonra yılkı atı oluverip bir meydana bırakılıyorlar. Meydanlardan varoşlara itiliyorlar. Sonra marjinal kırlara salıveriliyorlar. Vaktiyle marjinal duruşlarına, tavırlarına ram oluyorlar.
Zamanında bunların ağızlarına gem vurulsaydı, her türlü taşkınlıkları, istekleri ve hevesleri engellenebilirdi. Fakat gençliklerinde sahiplerine çok yararları dokunduğu için, gem vurulunca iş yapmazlar korkusuyla bu hususlarda taviz verilmiş.
Bu zalim tiplerin karşılarına nedense bir “Bir Deli Dumrul çıkmamış.” Bunlar nedense köprüyü bulana kadar deli suyu geçermiş muhabettiyle hep sarp yollardan, patikalardan geçmiş. Bir türlü düzgün yoldan gidememiş. Yola gelememiş insanlar. Bu nankör tipler Deli Dumrul’la karşı karşıya gelmek istemezler. Çünkü biliyorlar ki Deli Dumrul haksızlığa karşıdır. Deli Dumrul delidir ama köyün delisidir. Allah’ın delisidir. Şeytanın delisi değildir.
Deli Dumrul köprüyü geçenden otuz üç akçe alırken geçmeyenden kırk akçe alırmış. Bu mürayi tipler köprüye gelende Deli Dumrul bunların ne parasına ne de tiplerine tahammül eder. Bunları geldikleri yere kadar döğmeli sopasıyla kovalardır. Çünkü bu tipler nefislerine uyup delilik yapan tipler. Deli Dumrul ise Hakk yolunda deli olmuştur.
Bu mürailerin Deli Dumrul’la bir davası olur sonralarda. Bir türkü dolanır ağızlarına
“Geçme namerd köprüsünden
Ko aparsın su seni,
Yatma tilki gölgesinde
Ko yesin aslan seni.”
Vaktiyle Deli Dumrul onlara bir tokat ataydı böyle mürai taşlamalarla Deli Dumrul’u yermezlerdi.
Bizler; bu hikâyeyi, bu türküyü çok dinledik. İçimizdeki yaşamanın umuduyla hayatın vapurunu kaçırmamaya yemin etmişiz. Ve ruhumuzla, veçhimizle, nefesimizle bin yeminler etmişiz Elest Bezminde… Şayet bugün bedenimiz çıkmaz sokaklarda geziyorsa bütün bu sokaklardaki evlerin kapıları bize açıktır. Aksayan yanlarımız silinir. Şimdilik susuyoruz. Tıpkı kutlu mekânların suskun duvarları gibi. Gülün Adı romanını ve yazarı Umberto Eco’yu anarak
“Bu duvarlar ayakta kaldıkça da, Kutsal Söz'ün bekçileri olacağız.” Biz de.
Bir de bakmışım ki akmışım caddelere, meydanlara, en sevdiğim insanlara doğru... Bakışlarımız rüzgâr olur O’nun yardımıyla. Hep bir adım uzaklıkta da olsa şah damarımızdan daha yakınızdasın Allah’ım.
Sabırla..