0
İSTANBUL 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayıyla Taksim Camii'ne izin çıkması ve çalışmalara hemen başlanması milletimizi çok sevindirdi. Bazıları bu talebi ve teşebbüsü yeni zannediyor. Halbuki Taksim Camii'nin mübrem bir ihtiyaç olarak görülmesi, en az 67 yıllık bir maziye dayanıyor. Bu sözü abartılı zannedenler çıkabilir ama aslında geçmişteki arşivlere biraz uzanmak bunu ispatlamaya kafidir. Bir ara merhum edebiyat tarihçimiz Nihad Sami Banarlı'nın gazetelerde kalmış makalelerini araştırıyordum. Hürriyet gazetesinin 18 Kasım 1950 tarihli nüshasında edibimizin bir yazısını gördüm. Başlığı "Taksim Camii" idi. Şöyle başlıyordu:
Önce Şişli Camisi yapıldı
"İstanbul'un Şişli bölgesinde zarif bir cami yükselterek, 'şerefli kubbeler şehri'nin bu çevresine bizim milliyetimizden yeni ve asîl bir renk vermeğe muvaffak olan 'Kurucu Heyet'in muhterem şahsiyetlerinden biri, bana güzel bir haber sundu: Çok güç, çok müşkül bir mesele olduğunu pek iyi bildikleri halde, aynı azimli heyetin aklından şehrimizin Taksim bölgesinde de, bu semtin maddi-manevî çehresine yakışan bir cami kurabilmek tasavvuru geçiyormuş.

Kısa zamanda çok iyi görülmüş ki, Şişli Camii, şehrin köşesine yalnız Müslüman-Türk rûhundan yankılanmış, canlı bir manzara vermek; bulunduğu yeri birdenbire fevkalade güzelleştiren millî-dînî bir abide olmakla kalmamış… Aynı zamanda büyük bir ihtiyacı karşılamış… Hele Müslümanlığın bazı sayılı günlerinde bu camiye koşan ahaliye az olmuş. Nisbeten ufak yapılı bağrına yalnız o semtin Müslümanlarını sığdıramayacak bir talihe uğramış.

Gerçi, Şişli Camii'ni kuranlar hatırlamışlar ki, atalarımız Bayezid gibi, Süleymaniye, Sultanahmed gibi büyük camileri yaptırırlarken bu camilerin istiab ölçüsünü onların kuruldukları semtlerdeki mevcut nüfus sayısına göre değil, aynı semtlerin gelecek yüz yıllardaki nüfûsunu düşünerek yaptırır, o ulu camileri bunun için muazzam birer abide halinde yüceltirlerdi.

Fakat Şişli Camii'ni kuranların bütün fedakarca çalışmalarına; bu uğurda teberrûlarda bulunanların bütün hamiyetlerine rağmen, bir takım talî sebepler yüzünden, İstanbul'un bu son, güzel camiini bugün büründüğü ölçüden daha geniş bir ölçüyle kurmaya imkan bulunamamış. İsteniliyormuş ki, yeni 'Taksim Camii', hem İstanbul'un bu heybetli apartmanlar bölgesine yakışır bir ölçü ile yapılsın, içine büyük kütleler alabilsin; hem de aynı semte bambaşka bir mana ve yepyeni bir millî çehre verebilecek bir güzellikte kurulsun…"

BÜYÜK CAMİLERDE BULUŞMA
Nihad Sami Banarlı, milletimizin 'ulu cami'lerde buluşma geleneğini hatırlattıktan sonra Taksim Camii projesinin kendisini heyecanlandırdığını belirterek devam ediyor:

"Îtiraf edeyim ki, ben, bu bu cesur tasavvuurun ikinci cephesini, birinciden daha sıcak bir anlayışla karşıladım. Bence, devrimizin vefalı Müslümanları, İstanbul'un hangi semtinde olurlarsa olsunlar; büyük, dinî günlerde İstanbul'un neresinde bir ulu cami varsa, oraya toplanmayı zevk bilen bir ruh haleti içindedirler. Ve ecdad yadigarı eski camiler, onların bu arzûlarını fazlasıyle tatmin edebilecek bir azametle, hele İstanbul semtinin asîl bağrında dimdik durmaktadır… Fakat bizim bin yıldan beri Türkiye topraklarında özel bir tekamül gösteren milliyetimizin şehir mîmarîsindeki en karakteristik çizgileri, kubbe ve minare çizgileri, yassı ve sivri kemer çizgileri, saçak ve sayvan çizgileridir. Dünya üzerine taşan bir millet rûhunun mîmarlıktaki kuvvetli ifadesi, bu rûhun semalaşması manasındaki kubbelerde; bu rûhun semaya uzanması anlamındaki minarelerdedir. İnsan gözlerine daima göklere çevrilme itiyadını veren bu camilerin Türk şehirlerinin en yüksek tepelerine kurulmasında ise ayrı bir mana vardır."
BÖLGEYE MİLLİ DAMGA
Resimli Türk Edebiyatı Tarihi ve Türkçenin Sırları gibi kıymetli eserleriyle tanınan, Yahya Kemal'in külliyatına sahip çıkarak neşrettiren Banarlı, bu tarihî ve muhteşem makalesinin ilerleyen bölümünde şöyle devam ediyor:
"Heybetli apartımanlar beldesi Taksim ise, bu çerçevede yapılan resmî, yarı resmî inşaata rağmen hala mîmarisinde bizim millî çizgilerimizi görmek mümkün olmayan bir çehre içindedir. Tünel'den Şişli'ye kadar uzanan büyük cadde üzerinde yabancı isimler, yabancı çizgiler ve yabancı mîmarîler, hatta başka dinlerin mîmarîleri o kadar boldur ki, bu bölgeye bizim daha kat'î, en kat'î millî damgamızı vuracak eserlere ihtiyaç aşikardır. Daha bundan çeyrek asır evvel, -bugün bizim içtimaî davalarımızın aksi istikametinde yürüyen- bir şari, Taksim civarındaki Ağa Camii'ni Mütareke yılları Beyoğlusunda yapayalnız buluyor ve bu camiye, 'Bu îmansız muhitte öyle yalnızsın ki sen.' diye seslenmek ihtiyacını duyuyordu. Memnunlukla söyleyelim ki, bugün Beyoğlu sokakları, Mütareke yıllarının millî haysiyet kırıcı, Pera sokakları gibi bizden uzak ve Ağa Camii o yıllardaki kadar mahzun değildir. Ancak Türk milliyetini ören karakteristik unsurlar arasında İslamlığın asırlarca şeref arttıran bir vazîfesi olmuştur. Camiler ve minareler birer mimarî zaferi oldukları kadar, iyilikler ve fazîletler dini İslamlıkla her milletten daha iyi anlaşan Müslüman-Türk rûhunun da aziz timsalidirler. Bu sebeple biz, bugün hala milliyetimizi çizeceğimiz bölgelere onlardan çizgiler işlemek, onlardan örnekler yüceltmek, onlardan hatıralar getirmek mevkiindeyiz. Ben müstakbel Taksim Camii tasavvurunu en çok bu düşüncelerle müsait karşıladım. Gözlerimin önünde beliren ve Fatih, Sultanahmed, Bayezid meydanlarını andıran bir Taksim meydanı ise, bana birden bire inanılmayacak kadar sıcak bir milli çehreyle gülümsedi."
İhtiyaç hakikate dönüştü
Yerli ve millî hassasiyetleri yüksek, şuurlu ve inançlı bir aydın olan merhum Nihad Sami Bey, 67 önce mümin feraseti ve basiretiyle Taksim Meydanı'na bakan bir caminin ihtiyaç olduğunu görmüş ve bu ölümsüz makalesiyle meselenin önemine ta o yıllarda işaret etmişti. Bu uzak görüşlülüğe hayran kalmamak mümkün mü? İhtiyaç, hakikate dönüşüyor. Bugün beklenen cami için kollar sıvandı, çalışmalara başlandı. Demek ki "Akıl için yol birdir." Bundan sonrası, bugünkü şehir ve cami mimarlarımıza kalmış artık. Diğer ulu mabedlerimize şiir ve yazılar yazıldığı gibi Taksim Camii için de edebî metinler kaleme alınacaktır. Rahmetli Nihad Sami Banarlı ilk yazıyı kaleme alıp yolu açmış bile. Ruhu şad, kabri nur, mekanı cennet, makamı ali olsun.