Yıllar önce Karaköy’den Sokullu Mehmet Paşa Caminden geçerken görmüştüm küçük bir sur kalıntısını elimizde kalan son surlardı bunlar. Geçenlerde bazı binalar yıkılınca unutulmuş Orta Çağ’dan kalan kalıntıların gün yüzüne çıktığını gördüm.

 

İstanbul’un Karaköy semtinde, Perşembe Pazarı’nın arka sokaklarında, sarmaşıkların ve unutulmuşluğun arasına gizlenmiş bir kule sessizce zamanın geçişini izliyor. Çoğu İstanbullunun bile farkında olmadığı bu yapı, aslında Cenevizlilerin 13. yüzyılda Galata’da kurduğu koloninin günümüze ulaşabilmiş en özgün parçalarından biri.

PERA’NIN SURLARI

Rumca Pera karşı demek, Tarihi yarımada ya da Suriçi olarak anılan bugünkü Fatih’in olduğu bölge gibi Galata Bölgesi yani Pera’da surlarla çevriliydi. 14 yy.da 1303-1352 yılları arasında Cenevizliler tarafından inşa edilen bu surlar Haliç Kıyısında Azapkapı’dan başlayıp, kuzeydoğuya doğru yönelerek Galata Kulesi’ne tırmanmakta, daha sonra güneydoğuya doğru inerek Tophane civarından yeniden denize kavuşmakta ve bir üçgen biçiminde bütün Galata bölgesini kuşatmaktaydılar. Bugünün Karaköy, Perşembe pazarı, Kuledibi semtlerinin tamamı ile Azapkapı, Şişhane ve Tophane ‘Semtlerinin bir bölümü Galata Surlarının çevrelediği alanın içerisinde kalıyordu.

FETİHDEN SONRA BİRKISMI YIKILDI

Fethin ardından, Galata Surlarında yıkımlar başladı. Surların bir bölümü Fatih Sultan Mehmed tarafından yıktırıldıysa da, Galata Surlarının neredeyse tamamını ortadan kaldıran en büyük yıkım fetihten 400 yılı sonra, Sultan Abdülaziz Döneminde; 1864 yılında gerçekleşmiştir. İstanbul Şehremanetinin (belediye) altıncı dairesi, nüfusu giderek artan Galata’da, surların ulaşımı aksattığı gerekçesiyle büyük bir bölümünü yıktırmış, 20 yüzyılı başılarında aralıklarla devam eden yıkımlar sonucunda Galata Surlarından bugüne birkaç harap duvar, onlarca kapıdan sadece bir tanesi kalmış. Birde İstanbul’un en önde gelen simgesi Galata Kulesi’nin haricinde neredeyse hiçbir iz kalmamıştır.

ELİMİZDE KALAN SON SURLAR

Galata Surları’ndan günümüze gelebilenleri dört bölümde ele alabiliriz. Surlardan bugüne gelebilen birinci bölüm, Azapkapı’da, Tersane Caddesi’nin Haliç Kıyısı tarafında yer alan duvar kalıntılarıdır. Saliha Sultan Çeşmesi ve Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin yanı başında, Haliç’in üzerinden geçen Yenikapı-Hacıosman Metro Köprüsü’nün dibinde yer alan bu kalıntılar, bir tanesi Haliç’e dik, diğeri ise Haliç’e paralel uzanan iki duvardan ibarettir.

KULENİN TARİHÇESİ

Bu kule, 13. yüzyıl sonlarında ya da 14. yüzyıl başlarında Ceneviz Cumhuriyeti tarafından inşa edildi. Cenevizliler, 1261 yılında Bizans İmparatoru VIII. Mikhael Palaiologos ile yaptıkları anlaşmayla Galata bölgesinde özerk bir koloni kurmuşlardı. Bu koloni, hem ticaret hem de askeri anlamda büyük önem taşıyordu. Karaköy’deki bu kule, Ceneviz sur sisteminin bir parçasıydı. Tahminen koloninin baş yöneticisi olan Podestà’nın ikametgâhı olarak da kullanıldığı düşünülüyor. Bu yüzden bazı kaynaklarda “Podestanın Kulesi” olarak da anılır. Yapı, kesme taş ve moloz taş kullanılarak inşa edilmiştir. Yuvarlak planlı ve çok kalın duvarlıdır. Tipik bir Orta Çağ savunma mimarisi izlenimi verir. Kule günümüzde metruk haldedir, ancak üzerindeki mazgal delikleri, pencereleri ve kule formu hâlâ ayırt edilebilir. Yapının üst katı büyük ölçüde tahrip olmuş, bazı açıklıkları sonradan briket veya tahta ile kapatılmıştır.

CENEVİZ KOLONİSİ VE GALATA SURLARI

Cenevizliler, Galata’yı adeta bir şehir-devlet gibi yönetmişlerdi. Bu kule, Galata surlarının doğu ucuna yakın bir noktada, Haliç’e hâkim konumda bulunur. Surlar 19. yüzyılda büyük ölçüde yıkılmış olsa da, bu kule hala ayaktadır ve orijinal Ceneviz sur sisteminden günümüze kalan en iyi korunmuş yapılardan biridir. Ne yazık ki kule, herhangi bir koruma altında değil. Özel mülkiyet içinde kaldığı için ziyaret etmek zordur. Çevresindeki yapılaşma nedeniyle görünürlüğü çok azdır. Bu yüzden birçok kişi onun farkında bile değildir. Ancak İstanbul’un tarihi kent dokusunun korunması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu kule, sadece taşlardan ibaret bir yapı değil; Orta Çağ Akdeniz dünyasının İstanbul’daki sessiz tanığıdır. Venediklilerle, Osmanlılarla, Bizanslılarla yaşanmış birçok diplomatik ve ticari hikâyenin içinde bir gözlemci gibi durmaktadır.