Birgül Yangın Aslanoğlu’nun yazdığı ve mart ayında Hece Yayınları'nın Genç Hece serisinden çıkan “Yaşayan Taş”, distopik bir roman hüviyeti taşısa da okuruna umut aşılaması ve mutlu bir sonla bitmesiyle farklı bir konuma sahiptir.

112 sayfadan oluşan kitabın kapağında temsili bir Yaşayan Taş Çiçeği resmedilmiş. Kapak ilk bakışta iddialı görünmese de romanı okuduktan sonra zihinde anlam kazanarak okuru yeniden yorum yapmaya yönlendiriyor.

Roman, ilginç ve orijinal kurgusuyla okuru ister istemez içine çekiyor. Romanı bitirdiğimizde, farkında olmadan ne kadar çok nimetin içinde yaşadığımızı anlıyoruz. Bu nimetlerden biri de koku duyumuzdur. Korona günlerinde geçici bir süre kaybettiğimiz bu duyumuzun önemini biraz anlamış olsak da bu romanı okuyunca değerini çok daha iyi kavrıyoruz.

Romanda, Amazonya adlı bir ülkede yaşayan insanların trajik hikâyesi anlatılıyor. Bu insanlar, koku duyuları ellerinden alındığı için bu yetenekle birlikte pek çok melekelerini de kaybetmişler.

Bir söyleşide yazar, bu kitabı hangi duygularla ve ne amaçla yazdığına dair şu değerlendirmelerde bulunmuş:

“Koku, bizim için yalnızca bir duyusal deneyim değil; hafızayla, geçmişle, kimlikle kurduğumuz en güçlü bağlardan biri. Peki ya bu bağ koparılırsa? Yaşayan Taş, koku duyusundan yoksun bırakılmış, geçmişi unutturulmuş ve sorgulama yetisi törpülenmiş bir toplumun içinde iki karakterin, Anemon ve Itır’ın mücadelesini anlatıyor. Bu roman, bireyin bastırılmış olanla yüzleşme cesaretini bulduğu, unutturulmuş bir efsanenin izini sürdüğü bir hafıza yolculuğu aslında.”

Hafıza deyip de geçmemek lazım. Toplumsal hafızasını yani tarihini, kültürünü, inançlarını ve değerlerini kaybetmiş milletler mankurtlaşarak birilerinin oyuncağı haline döner. Hafıza bir nevi kimlik ve kişiliktir. Koku ve hafızanın önemi, kitabın tanıtım bülteninde çok güzel belirtildiği için aynen aktarmak istiyorum:

“Koku… Hatıraların en güçlü kilidi, duyguların en derin yankısı! Peki ya bu kilit kapatılırsa? Hafızayı sıfırlayan aşılar, taşların arkasında saklanan sırlar, kökleri kazınan hakikatler, Terapi Okullarında sorgulamayan ezberciler… Bir efsane… Unutturulmuş bir geçmiş… Hafızası sıfırlanmış bir halk… Amazonya, koku duyusundan yoksun insanların yaşadığı, kadınların yönettiği gizemli bir ada. Kasi Heyeti ve liderleri Efsurde, büyük bir sırrı saklıyor. Fakat Anemon, annesi Efsurde’nin gizli kütüphanesinde bulduğu bir kitapla bu sırrın peşine düşüyor. Anemon ve Itır ezberletilen ‘Amazon Kadınları’ efsanesinin gizemini çözmeye çalışırken hayatlarını değiştirecek bir gerçeğe de yaklaşıyor: Yaşayan Taş Çiçeği! Koku duyunuzu sınayacak, hafızanızı zorlayacak distopik bir roman Yaşayan Taş. Unutulmuş gerçekleri bulmaya cesareti olanların fantastik hikâyesi…”

Tanıtım bülteninde de kısaca özetlendiği gibi romanın kahramanlarımız; Kasi Heyeti lideri Efsurde’nin oğlu Anemon ve onun ezberleteni —öğretmeni değil, ezberleteni!— Itır, Amazon kadınlarının efsaneleri üzerine kurulmuş bu çarpık düzeni değiştirmek adına, yine efsanede anlatılan ve Amazonların sonunu getiren çiçek kokularından hareketle Yaşayan Taş Çiçeği'nin gizemine sarılıyorlar. Zira bu ülkede insani duygular yasaklanmış, anneler çocuklarını emziremiyor ve insanların geçmişleri bir şekilde silinmiş durumda. Kim bu döngüyü kırmaya çalışırsa hafıza silme veya ölüm cezasına çarptırılıyor. İşte bu cezaya çarptırılanlardan biri de Itır’ın annesi Rayiha Hanım’dır. Anemon, bu düzeni yöneten ve Kasi denilen heyetin başındaki Efsurde Hanım’ın oğlu olmasına rağmen, belki annesine ve onun temsil ettiği düzene ihanet etmiş gibi görünse de sonuçta onları da kendi zindanlarından kurtaran bir adım atmış oluyor.

Burada yeri gelmişken "ezberleten" kavramına değinmek istiyorum. Yazar, bu kavramla aslında bir toplumsal eleştiriye de kapı aralıyor. Öğretmen, yeni şeyler öğretirken bunu sebep-sonuç ilişkisi içinde sorgulatan ve düşündüren kişidir. Ezberleten ise bir şeyi düşünmeden, sorgulamadan olduğu gibi dikte ettiren ve nihayetinde zihne kazıyan kişidir. Eğitim sistemi ezberletmeye dayalı olan Amazonya’da bu ezberci eğitim; düşünmeyi, sorgulamayı, araştırmayı ve hatta birçok insani hasletin yaşanmasını yasaklamaktadır. Bu durum bile hafızayı yok etme sürecine hizmet etmekten başka bir anlama gelmiyor. Yazarın kapı araladığı bu eleştiri, eğitim sistemini ezbercilik üzerine kuran veya bu yöne evrilen ülkelerdeki durumu ister istemez sorgulatıyor.

Yazar, okurundan bu romanın kokusunu duyabilecek bir kalple ona yaklaşmasını istiyor ve ilave ediyor: “Unutulanı hatırlamak bazen en büyük cesarettir. Bazı hakikatler sadece kokusuyla hatırlanır.” Romanı okuduğunuzda, zaten ister istemez bu romanın kokusunu duyuyorsunuz.

Yazar; edebiyat eğitimi almış, yüksek lisans yapmış bir öğretmen ve aynı zamanda bir annedir. Yazar bir mülakatında; anne ve öğretmen kimliğinin, çocuklar için yazmasında etkili olduğunu söylüyor. Yine bu söyleşide, onun içindeki çocuk ruhunu taze tutmak amacıyla çocuklar için yazdığını da öğreniyoruz.

Genç Hece serisindeki kitapları tanıtırken vurguladığım gibi Birgül Hanım da bu kitabını ve diğer kitaplarını gençlere ulaşmak amacıyla yazıyor. Bir mülakatında söylediği şu sözler gerçekten önemli:

“Sanal bir dünyaya hapsolmuş, iletişimi kopuk bir nesil yetişiyor. Onlara okumayı sevdirecek eserler içerisinde benim de bir katkım olsun isterim. Her zaman söylerim, hayal kurmayı unuttuk çünkü birileri bizim yerimize o hayalleri kurdu, karşımıza sundu. Görsel dünya, ihtişamıyla kitapların saltanatını sarstı. Oysa kelimelerle kurulan bir oyun dünyasının kapılarını aralayan kitaplar, hayal kurarak zihin dünyalarını zenginleştirmek isteyen geleceğimiz ve umudumuz olan çocukların en büyük ihtiyacı. Eğer yazdığım bir eser, onların okuma aşkını besleyebilirse ne mutlu bana.”

Bir okur olarak, Birgül Hanım’ın bu idealleri gerçekleştirmek için yaptığı katkıların takdire şayan olduğunu düşünüyorum ve kendisini tebrik ediyorum.