Siyaset dilinde son haftalarda dolaşan ve seçmeni küçümseyen ağır bir tanım var: “Celladına âşık seçmen…”
Bu cümle, günlük polemiklerde kolayca kullanılsa da, toplumu tarihsizleştiren, hafızayı yok sayan ve seçmeni “akıldışı bir tutku nesnesi” olarak gören sığ bir algının ürünüdür. Oysa Türkiye seçmeni, aşkın değil, kolektif travmaların, kimlik mücadelelerinin ve varoluş korkularının hafızasıyla hareket eder.
Bir toplumu anlamak, bugününe değil; kimin ona ne zaman ne yaptığına bakarak mümkündür. Dolayısıyla “cellat” tartışması bilimsel bir mercek gerektirir.
Soru şudur: Bu toplumun celladı kimdi, kimleri nasıl susturdu ve hangi kimlikleri görünmez kıldı?
Cumhuriyetin İlk Dönemi: “Makbul Vatandaş” İcadının Bedeli
Bir toplum, kendi geçmişiyle yüzleşmeden bugünü anlayamaz. CHP’nin tek parti dönemini hatırlamak bu nedenle zorunludur. Çünkü modernleşme, ilerleme ve devletleşme çabalarının yanında ağır bir sosyolojik tahribat da yaşanmıştır.
Bu dönemde Türkiye’nin belli kesimleri makbul vatandaş şablonuna sığmadığı için dışlanmış, bastırılmış veya dönüştürülmek istenmiştir:
• Kürtler: İsyanlardan bağımsız olarak, dil yasakları, zorunlu iskân ve kültürel kırpılmayla karşılaştılar.
• Dindarlar: İmam hatiplerin kapatılması, ezanın Türkçeleştirilmesi, tekke-medrese yasakları; din sadece vicdana itilerek toplumsal alandan çıkarıldı.
• Gayrimüslimler: Varlık Vergisi, mülkiyet kayıpları, “kimlik küçültme politikaları”; onların ekonomik varlıklarına el koyma düzeni yarattı.
• Köylüler: Ülkenin asli nüfusu olmalarına rağmen “geri ve cahil” tanımıyla modernleşmenin kurbanı yapıldılar; eğitimde, sağlıkta ve temsil alanında yok sayıldılar.
• Aleviler: Devletle eşit yurttaşlık ilişkisi kuramadılar; inanç mekânları tanınmadı, kimlikleri folklorik bir “eşlik unsuru” gibi algılandı.
Bu tablo psikolojik bir kavramla değil, travmatik tarihsel deneyim ile anlaşılabilir.
Bu halk, bir partiye ya da lidere aşk duymadı; sadece kimliğini örseleyen eli unutmadı.
Cellatına Âşık mı? Hayır, Celladını Hatırlayan Bir Toplum
Bu nedenle bugün DEM seçmenine veya muhafazakâr seçmene “celladına âşık” denmesi tarih bilmezliktir. Çünkü Kürt seçmen, dindar seçmen, gayrimüslimler ya da Aleviler, sadece bir partiye oy vermiyor; geçmiş travmaların yinelenmemesi için kendilerini temsil eden güven alanına yöneliyor.
Toplum, kendisini yok sayanı unutmaz. Bu yüzden siyasi sadakat, “kör bağlılık” değil; kolektif korunma refleksidir.
Bu refleksi okumadan yapılan analiz, bilim değil, kibirdir.
Erdoğan’ın Yansıttığı Siyasal Bellek: İade-i İtham Değil, İade-i Hafıza
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “celladı görmek istiyorsanız aynaya bakın” şeklindeki çıkışı, basit bir polemik iadesi değildir. Bu söz, CHP’nin tarihsel kayıtlarının belleğe çağrılmasıdır.
Bu yüzleşme şunu söylemektedir:
• Seçmeni suçlamadan önce, geçmişin eşitsizliklerini, kimlik baskılarını, kültürel inkârlarını konuşun.
• Halkın hafızasını küçümsemeyin; çünkü hafıza, sandığın çok ötesindedir.
Bu, yalnızca siyasi bir karşılık değil; sosyolojik bir hatırlatmadır.
Geleceğin Siyaseti: Seçmeni Eğitmek Değil, Seçmeni Anlamak
Türkiye’nin geleceği, “seçmen cahil” diyenlerin değil; seçmenin hafızasını tanıyanların ve onaranların elinde olacaktır.
Gerçek siyaset, toplumun geçmiş acıları ile gelecek umudunu buluşturan köprüdür.
Bu nedenle siyasetçi için asıl soru şudur:
“Bu millet neden sana oy vermiyor?” değil,
“Bu millet senden neden korunma ihtiyacı duyuyor?”
Bu soruya cevabı olmayanların, toplumu “sendromlu” ilan etmeleri kaçıştan ibarettir.
Sandık Bir Hatırlama Mekânıdır
Türkiye’de seçim sadece yöneten tayini değildir. Sandık, tarihsel hafızanın toplumsal muhasebe kitabıdır.
Millet, bugününe değil, yarınını güvenceye almak için sandığa gider.
Bu yüzden:
• Türkiye seçmeni celladına âşık değildir; celladını bilir ve ondan uzak durur.
• Seçmen romantik değil, hafızalıdır.
• Sadakat, aşk değil; kimliğini, inancını, varlığını koruma refleksidir.
Bir halkı anlamak için onun travmasını küçümsemek değil, geleceğini onarmak gerekir.
İşte gerçek siyaset, o geleceği inşa edebilme cesaretidir.