Anton Pavloviç Çehov’un Kara Keşiş öyküsü, akıl ile hayal arasındaki belirsiz sınırı sorgularken, insanın kendi benliğiyle hesaplaşmasını anlatan zamansız bir kurgu. Kovrin karakterinin içsel çatışması, günümüz Türkiye’sinde de yankılanan temalarla dolu: delilik ve dahilik arasındaki ince çizgi, toplumsal teamüllere ihtilaf, sıradışı bir özgünlük arayışı…
Anton Çehov, Kara Keşiş’te “dahilik” ile “delilik”i aynı kefeye koyarak okuru derin bir sorgulamaya davet ediyor. Kovrin’in halüsinasyonlarla dolu dünyası, aslında “sıradanlığın” dayattığı baskıya karşı bir kaçış olarak okunabilir. “Neden iyileştirdiniz beni? Deliriyordum, mutluydum!” sözleri, tam da modern insanın “normalleşme” adına özünden vazgeçme trajedisini yansıtıyor.
Bugünün gençleri, Çehov’un düşünce adamı Kovrin’in yaşadığı ikilemi sosyal medya üzerinden derinlemesine deneyimliyor. Instagram’da “mükemmel” hayatlar sergileme baskısına rağmen, bazıları bu kalıpları yıkıyor. TikTok’ta “kusurlu” bedenleriyle poz veren gençler, geleneksel kariyer yollarını reddedip dijital göçebe olanlar, toplumsal tabular oalrak gördüklerine meydan okuyarak özgürleşdiğini düşünen kadınlar… Bu örnekler, “deli” damgası yemek pahasına bile olsa, kendi gerçekliğini yaşama cesaretini temsil ediyor.
Çehov’un şu cümlesi, günümüzün “kişisel gelişim çılgınlığı”na bile ışık tutuyor: “Halüsinasyonlar görüyordum, ama kime zararı vardı?” Bugün Türkiye’de, “pozitif düşün” dayatmasıyla iç sesini bastıran bireyler, Kovrin’in çelişkisini tekrarlıyor. Oysa “deli” addedilen fikirler, Van Gogh’un yıldızlı geceleri gibi, toplumu dönüştüren adımların başlangıcı olabiliyor.
Psikologların ofislerinde sıkça duyulan bir cümle: “Normal olmak zorunda mıyım?” Bu soru, Kara Keşiş’in ana temasıyla birebir örtüşüyor. Antalya’da bir terapi grubu, katılımcılarına “içlerindeki kara keşişle yüzleşmeyi” öneriyor. Benzer şekilde, İstanbul’daki bir felsefe atölyesi, “akıl sağlığı” kavramını yeniden tanımlama çabasında.
Kara Keşiş, “deliliğin” bir yaratıcılık kaynağı olabileceğini fısıldıyor. Türkiye’de giderek yükseltiyeme çalışılan “ruhsal özgürlük” vurgusu, bu mesajı daha da anlamlı kılıyor. Belki de Kovrin’in trajedisi, toplumun “normallik” dayatmasına boyun eğmektense, kendi gerçekliğimizi kucaklamakla aşılabilir. Çehov’un dediği gibi: “Mutluluk, yalnızca özgür olanındır.”
Günümüz Türkiye’sinde, bireylerin ruhsal özgürlük arayışı giderek daha fazla önem kazanıyor. Özellikle gençler, toplumsal normlara ve beklentilere karşı çıkma cesaretini gösteriyor. Bu durum, sosyal medyada kendini ifade etme biçimlerinden, alternatif yaşam tarzlarına kadar ziyadesiyle geniş bir yelpazede kendini gösteriyor.
Örneğin, İstanbul’da düzenlenen bir sanat etkinliğinde, genç sanatçılar “delilik” teması etrafında eserler üretiyor. Bu tasarılar, toplumun dayattığı normlara karşı bir başkaldırı niteliğinde olduğu aşikar. Aynı şekilde, Ankara’da bir grup genç sokaklarda elinde mikrofon, “akıl sağlığı” konusunu tartışmak üzere bir araya geliyor ve bu konuda farkındalık yaratmaya çalışıyor.
Bu tür girişimler, Çehov’un Kara Keşiş’inde ele aldığı temaların günümüzde ne kadar geçerli olduğunu gösteriyor. Kovrin’in yaşadığı içsel çatışma, günümüz kuşağının da sıkça karşılaştığı bir durum. Toplumun beklentilerine uymak ile kendi gerçekliğini yaşamak arasındaki bu ikilem, bireylerin ruhsal sağlığını doğrudan etkiliyor.
Gelgelelim gerçeklik, Kara Keşiş’in mesajı, günümüz Türkiye’sinde de büyük bir yankı buluyor. Çehov’un eserinde vurguladığı gibi, mutluluk ve özgünlük, bireyin kendi gerçekliğini kucaklamasıyla mümkün olabilir. Bu nedenle, toplumsal beklentileri sorgulayabilmek ve kendi inancın doğrultusunda yolunu çizebilmek, bireyin ruhsal özgürlüğünü kazanması için önemli bir adım olabilir.
Günümüzde, dünya genelinde yaşanan olaylar ve liderlerin söylemleri, Çehov’un Kara Keşiş’inde ele aldığı temaların ne kadar evrensel olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Örneğin, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze hakkında yaptığı açıklamalar, bölgedeki durumu daha da karmaşık hale getirebilir. Trump’ın Gazze’yi “kâbusa çevirme” tehditleri, sadece bölgedeki barışı tehlikeye atmakla kalmıyor, aynı zamanda küresel güvenliği de riske atıyor. Bu tür söylemler, toplumların ve bireylerin ruhsal sağlığını olumsuz etkileyebilir, tıpkı Kovrin’in yaşadığı içsel çatışmalar gibi. Gazze’de yaşananlar, modern dünyanın karmaşıklığını ve liderlerin söylemlerinin ne kadar etkili olabileceğini gösteriyor. Trump’ın açıklamaları, bölgedeki tansiyonu artırırken, Filistin halkının yaşadığı zorlukları daha da derinleştiriyor. Tıpkı Kovrin’in halüsinasyonları gibi, Tump’ın kitlelerin algısını şekillendirmede nasıl araçsallaştırılabileceğinin kanıtı. Bu durum, Çehov’un eserinde ele aldığı “delilik” ve “dahilik” arasındaki ince çizginin, günümüz siyasetinde de ne kadar geçerli olduğunu gösteriyor. Liderlerin sorumsuzca yaptığı açıklamalar, toplumların ruhsal sağlığını doğrudan etkileyebilir ve bireylerin içsel çatışmalarını tetikleyebilir.
AK Parti Aydın 8. Olağan İl Kongresi’nde başkanlığa seçilen Mehmet Erdem’in, “Bu yılı Cumhurbaşkanı ‘aile yılı’ ilan etmişti. Ben de ‘sabır yılı’ ilan ediyorum” ifadeleri, sabrın önemini bir kez daha gündeme getiriyor. Sabır, tüm dinlerde önemli bir erdem olarak kabul edilir. İslam’da sabır, zorluklar karşısında metanet göstermek ve Allah’a olan inancı korumak anlamına gelir. Hristiyanlıkta ve musevilikte sabır, Tanrı’nın iradesine güvenmek ve zorluklar karşısında dayanıklılık göstermek olarak görülür. Budizm’de ise sabır, zihinsel huzuru korumak ve olumsuz duygulara kapılmamak anlamına gelir. Sabır, aynı zamanda aydınlık anlamına gelir ve bu, zorluklar karşısında direnç göstermenin bireyi nasıl aydınlığa çıkarabileceğini simgeler.
Ancak sabrın sadece belirli bir yıla sığdırılması yerine, hayatın her anına yayılması gerektiği unutulmamalıdır. Sabır, sadece zorluklar karşısında değil, aynı zamanda günlük yaşamın her anında uygulanması gereken bir erdemdir. Mehmet Erdem’in “sabır yılı” ilanı, ekonomik zorluklar karşısında bir dayanışma çağrısı olarak değerlendirilebilir, ancak sabrın sürekli bir yaşam biçimi olarak benimsenmesi hepimizi için daha anlamlı olacaktır.
Sabır, bireylerin ruhsal sağlığını korumada önemli bir rol oynar. Zorluklar karşısında sabırlı olmak, bireylerin stresle başa çıkmasına yardımcı olur ve ruhsal dengeyi sağlar. Ancak sabrın sadece bir yıl ile sınırlı kalmaması, hayatın her anında uygulanması gerektiği unutulmamalıdır. Sabır, bireylerin içsel huzurunu korumasına ve zorluklar karşısında güçlü kalmasına yardımcı olur. Çehov’un Kara Keşiş’inde Kovrin’in içsel yolculuğu, modern insanın toplumla çatışan vicdanının bir aynasıdır. Toplumsal beklentilerin oluşturduğu kalıpları sorgulamak, bireyin kendi gerçekliğine ulaşması için bir sınav niteliğindedir. Ancak bu mücadele, başkalarının hak ve hukukunu çiğnemeden, özgünlüğün ve sorumluluğun ince çizgisinde yürümeyi gerektirir. Gerçek mutluluk, ne körü körüne itaatte ne de bencilliğin karanlığında saklıdır. Işığı, özgürlük ile adaletin kesiştiği yerde aranmalıdır: Kendi yolunuzu çizerken, bir başkasının yolunu karartmadan…
Çünkü insan, ancak özgür olduğunda insandır…
Toplumsal adaletsizlikler karşısında sabır, sessiz kalmak mıdır, yoksa stratejik planlama ile gelişim için mücadele etmek midir? Hangisi daha doğrudur?
Ayrıca Türkiye’de özgür olduğunu düşünmeyelenler varsa şunu unutmamalı: Özgürlük, sadece kendi kanatlarınızı açmak değil, başkalarının uçuşuna da saygı duymaktır.