Geçen sene Erzurum ziyaretim, kardeşimin Mahmut’un davetiyle gerçekleşti. Erzurum’dan güzel bir ev alıp, uzun yıllar yaşadığı İzmir’den taşınmıştı. Sanki Körfez’in manzarasıyla buradan dönüş yapmıştı. Evi güzel, manzarası gerçekten çok etkileyiciydi. Karşıdaki dağın eteklerinden başlayan ova, göz alabildiğine uzanıyor, dümdüz bir görüntü sunuyordu. Gece olduğunda ise manzara bambaşka bir hal alıyordu. Tıpkı İzmir'in Çiğli'sinden denizin öte yakasına bakmak gibi, karanlık bir siyahlık, adeta bir deniz görüntüsünü andırıyordu. Bu durum bizi şaşırttı, zira kardeşim ilk keşfeden olmuştu bu benzerliği. Sordu: “Nasıl haklı mıymışım ağabeyi?” Ben de görünce hak verdim; “Haklısın kardeşim” dedim. Özellikle yağmurdan sonra ovada biriken suya şehir ışıklarının yansıması, bu gece deniz manzarasını daha da belirginleştiriyor, adeta Körfez’i hatırlatıyordu. Elimdeki çay bardağıyla uzun uzun bakarken bu manzara beni düşüncelere saldı.
Bir evin değeri, dış görünüşünde veya görünen manzarasında değil, içinde yaşanan hayatta saklıdır. Eğer bir Müslüman'ın evi, tefekkür ve namazla donatılmışsa, o ev ister bir kulübe olsun, ister bir dağ başında; samimiyet ve sevgiyle doluysa, işte o ev deniz manzaralı, huzur manzaralı, kâinat manzaralı hatta cennet manzaralı bir yer haline dönüşüyor. Şükürler olsun: Kardeşim Mahmut’un evinde hem İman hakikatleri okunuyor hem de sohbetler yapılıyor. Evi uzun süredir tefekkür manzaralı olmuştur. Önce İzmir, şimdi ise Erzurum’da bu manzara devam edecektir. Allah böyle manzaralı evleri çok ve daim etsin…
İnsan ev alırken sadece fiziksel manzaraya değil, içindeki yaşayış şekline ve o mekânı nasıl bir manzaraya dönüştüreceğine dikkat etmeli. Evlerimizi Allah'ın emrettiği bir hayatla yaşarsak, nerede olursak olalım, manzarasını güzelleştiririz. Özellikle evlerde kitap okunması, Risale-i Nur reçetelerinin okunması ve tefekkür edilmesi, evleri adeta deniz manzaralı, kâinat manzaralı, cennet manzaralı kılar.
Ne yazık ki, evlerde ibadet yapılmaz, kulluk yerine getirilmez ise, o evler deniz kenarında da olsa, boğaz manzaralı da olsa, ne deniz manzaralı ne kâinat manzaralı ne de cennet manzaralı olur. Bilakis, boğazda yahut denize sıfır bir yerde oturup, o evlerde dalalet içerisinde ya da günahla yaşamak, Allah'ın emirlerinden uzak bir ömür sürmek, o evleri cehennem manzaralı ev yapar. Evlerimizin cehennem manzaralı olmaması, içerisinde cehennemi gerektiren hayatları yaşamamak, şefkatle ve muhabbetle, ibadetle yaşamak için gayret etmeliyiz.
Bediüzzaman Said Nursi, uzun yıllar hücrelerde, sürgünlerde ve hapislerde yaşadı. Ancak o, bulunduğu hücreyi bile tefekkür ve ubudiyetle deniz manzaralı, kâinat manzaralı, cennet manzaralı bir yere dönüştürdü. Soğuk hücrelerdeydi ama kullukla ve tefekkürle bulunduğu yeri öyle bir manzaralı hale dönüştürdü ki, gönlü gül gülistan oldu. Eserleri de hayatımıza ışık tutan, bizleri dalaletten kurtaran ve küfrü dağıtan eserler haline geldi.
Allah, evlerimizi Cennet manzaralı, rıza-i İlahi manzaralı, namaz ve hakikat manzaralı kılsın.
Evet, insan ev alırken dış görünüşüne değil, içinde hangi manzaraların yaşanacağına bakmalı. Namaz kılan, hakikatleri konuşan bir ev, cennet manzaralıdır. Sevgi, muhabbet ve hürmetin hâkim olduğu bir ev ise Rıza-i İlahi manzaralıdır. Ya o evlerde büyüyen, yetişen çocuklar kim bilir nasıl bir manzara olurlar?
Son söz: Her okunan ayeti sanki yeni nazil oluyormuş gibi okumak, evi Kur'an manzaralı bir yere dönüştürür. Hz. Peygamber Efendimizin hayatını örnek almak evlerimizi Sünnet-i Seniyye manzaralı ev edecektir ve saadet-i ebediye kapılarını açacaktır…