İçinde yaşadığımız dünyada “sunilik” dönemin temel karakteristiğini ifade eder olmuştur. Bunu bir yandan kentleşmenin yoğunlaşması, tabii olana ulaşmanın zorluğu ve kimyasallığın hakimiyeti üzerinden takip edebiliriz.
Meselenin önemli boyutlarından birisi tabii gıdaların giderek gündelik hayattan çekilmesidir. Fakat daha önemli olan artık insanların yoğun bir şekilde sunilik içerisine çekilmiş olmalarıdır. Bu durum insanla diğer insan ve çevre arasında ciddi bir boşluk oluştururken, bu boşluktan bir yabancılaşma kendisini göstermektedir.
Doğa ve kültür ayrımı modern zamanlarda da farklı bağlamlarda tartışılmaktadır. İnsan doğa(l) durumda yaşarken ürettiği kültürün içinde belirlenmeye başlaması, kültürün bir müddet sonra insanı kuşatan ve hatta kilitleyen bir mekanizmaya dönüşmesi bugün daha çok hissedilmektedir. Üstelik suniliğin bir müddet sonra insanın üzerinde taşınamayacak bir yük haline geldiği anlaşılmaktadır.
İnsan kültür üreten bir varlıktır. İhtiyaçlarını olabildiğince doğal olandan karşılamanın ötesine geçerek bunları tabiri caizse bir kültürle süslemektedir. Kültür birikimler ölçüsünde insan için takip edilecek bir yol haritası oluşturmakla birlikte aynı zamanda bu suniliği beselemektedir.
Söz gelimi; insanın barınma ihtiyacı bulunmaktadır. Barınma ihtiyacını en ilksel zamanlarda belki bulduğu güvenli mekanlarla sağlamıştır. Daha sonra inşaat yapmayı öğrenmiş ve konutlar inşa etmiştir. Bugün evin içinde dolaplar, eşyalar ve tüm teçhizatıyla oldukça maliyet tutmaktadır. Bunların hepsi insanın ürettiği kültür olarak önündedir. Fakat bu kültür birikimleri nesiller tarafından bir eve sahip olmanın genel çerçevesini oluşturmaktadır ki, insan bunun maliyetini sağlamak üzere fazladan emek de sarfetmektedir.
Burada ortaya çıkan sunilik, bir müddet sonra insanların sadece ihtiyacı olan konutu değil, kamuda kendisini gösteren herşeyi dolayımdan geçmiş bir “meta” olarak hayatına geri almasıdır. Bu durum “el ne der” psikolojisinden başlayarak, bugün insanın “kendi” imajı yaratmasına kadar gitmektedir. Daha doğrusu medyada sunumları yapılmış imajlara sahip olmak üzere dolayımlara sığınmak.
Bugün gelinen noktada insanların büyük oranda kendisiyle tabiilik arasında boşluğu büyüterek bir hayat sürmektedir. Bilhassa bugünün dünyasında sürekli yaratılan trendler, medyadan sunumlanan imajlar insanları belirli çerçeveler içerisinde tutmakta ve aslında bir hayat tarzına doğru zorlamaktadır.
Nitekim gidilecek kafeler, içilecek kahve türleri ve hatta kahve içmenin bizzat kendisinin bir trend haline gelmesi (kahve içilecek mekanın bizzat kahvenin önüne geçmesi), kozmetik ve kremler, kıyafetler, beden üzerindeki estetik müdahaleler, belirli yiyecek türlerinin yükselişi (bir ara dubai çikolatası gibi), evlere alınan eşyaların fazlalığı, tüketimin ihtiyacın önüne geçmesi vb. insan ilişkilerinde suniliği ve tabiatla mesafeyi artıran konular olabilmektedir.
İnsanın gündelik hayatta böyle bir rekabet içerisine girmesi, aslında kazanamayacağı bir yarışa dahil olması anlamına gelmektedir. Çünkü neye sahip olunursa olunsun, son kertede ondan daha fazlasına sahip insanlar bulunacaktır. Böyle bir durumda gündelik hayatta da gözlemleneceği üzere insanlar daha statülü görünmek uğruna tekellüf edemeyecekleri bir hayata talip olmaktadırlar.
Bugün yeni efendi olan piyasa insanların ellerindekini (kazandıklarını) piyasaya geri çekmek üzere mekanizmasını işletmektedir. İnsanın borçlanarak ve hatta geleceğe doğru hayatını ipotekleyerek o kadar şey satın aldıktan sonra elinde kendisinin kalmaması oldukça trajik bir durumdur. İnsanın bundan sonra hem fiziki tabiata hem de kendi tabiatına (fıtrat) geri dönmesi atması gereken ilk adım olacaktır.