Bugün İslâm dünyasına dönüp baktığımızda, bu dinin en temel gayesinden ne kadar uzaklaştığımızı görmek yürek burkuyor. İslâm, kuru bir inançlar manzumesi değildir. O, hayatı şekillendiren bir nizamdır. Sadece ibadeti değil, adaleti, ahlâkı, kardeşliği ve ahirete inancı da inşa eden ilahî bir sistemdir. Ancak ne yazık ki bu ulvî gayeler, Müslümanların gündeminden bir bir düşmüş, yerini menfaat, korku ve sessizliğe bırakmıştır.
İslâm’ın ilk gayesi, her türlü şirki ortadan kaldırıp Tevhid’i hâkim kılmaktır. Yani insana, yalnızca Allah’a kulluk etmesini öğretmektir. Ne paraya, ne makama, ne de zalimlerin kurduğu düzene... Fakat bugün milyonlar, farkında olmadan modern putların önünde secde ediyor: şöhret, mal, iktidar... Tevhid, sadece “La ilahe illallah” demek değildir; o, insanın boynundaki her türlü esareti kırmasıdır.
İkinci gaye, zulmü ortadan kaldırıp adaleti hâkim kılmaktır. Oysa bugün adalet, İslâm beldelerinde bile nadir bulunur bir cevherdir. Zengin aklanır, fakir ezilir. Mazlumun sesi kısılır, zalimin eli öpülür. Halbuki adalet, Kur’an’ın özüdür; adalet olmazsa hiçbir sistem ayakta duramaz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurur: “Bir toplum adaletle yaşar, inkârcı da olsa; zulümle yıkılır, Müslüman da olsa.”
Üçüncü gaye, ahlâksızlığı ortadan kaldırıp güzel ahlâkı hâkim kılmaktır. Bugün ekranlar, sokaklar, hatta evler bile iffet kuşatmasından çıkmış durumda. İslâm’ın en çok üzerinde durduğu değer olan “güzel ahlâk” ne yazık ki müminlerin elinden kayıp gitmekte. Oysa Peygamber (s.a.v.) “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştu. Biz ise güzel ahlâkı süslü sözlerle değil, örnek yaşayışla göstermeliydik.
Dördüncü gaye, ırkçılığı ve sınıfsal kibri ortadan kaldırıp kardeşliği hâkim kılmaktır. İslâm’ın “üstünlük ancak takvadadır” ilkesine rağmen, renkler, diller, kabileler üzerinden hâlâ birbirimize üstünlük taslıyoruz. Oysa kardeşlik, ümmet olmanın özüdür. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir; onun onurunu, malını, canını korumakla yükümlüdür. Ne yazık ki bugün Gazze’de, Yemen’de, Suriye’de, Arakan’da kardeşlerimiz kan ağlarken, biz sadece izliyoruz.
Ve nihayet beşinci gaye, ölümden sonra yok oluş inancını kaldırıp sağlam bir âhiret inancını hâkim kılmaktır. Çünkü âhirete inanmayan bir toplum, dünyada her türlü kötülüğü mubah görür. Hesap gününe inancı olmayan bir kalp, zulümden, hıyanetten, ahlâksızlıktan çekinmez. Oysa mümin bilir ki, her nefes, her söz, her adım hesaba çekilecektir.
İslâm’ın bu beş gayesi, aslında insanlığın kurtuluş reçetesidir. Eğer yeniden dirilmek, yeniden izzet kazanmak istiyorsak, bu gayeleri birer slogan olarak değil, bir hayat düsturu olarak benimsemeliyiz. Çünkü İslâm sadece camide değil; adliyede, pazarda, sokakta, kalpte hâkim olursa dünyaya nur olur.
Tevhid, adalet, ahlâk, kardeşlik ve âhiret inancı...
İşte İslâm’ın ruhu bu beş kelimede saklıdır.
Ne mutlu o ruhu yeniden diriltmeye talip olanlara.