Bir çocuğun gözlerinde, doğduğu toprağın sırları vardır. Memleket dediğin, kimine göre sıcak bir kucak, kimine göre dokunulmaz bir kalenin taş duvarlarıdır. Anadolu’nun küçük bir şehrinde doğduysanız, bu duvarları ilk nefesinizle tanırsınız. Cami avlusundaki ceviz ağacına tırmanırken, hafta sonu çarşıdaki demircilerin çekiç sesleriyle uyur, pazar yerinin taş basamaklarında koşarken… Hepsi size aitmiş gibi gelir. Ta ki "Nerelisin?" sorusuna verdiğiniz cevap, beklenen ezberi bozana kadar.
Bu coğrafya, kan bağının toprağa işlenmiş halidir. Soyadınız bir şifredir: Hangi aşiretten olduğunuzu, hangi partinin mitinginde slogan attığınızı, hangi mezarda yatan dedenizin mirasını taşıdığınızı fısıldar. Şehrin dışından gelmişseniz, bu şifreyi çözemezsiniz. İlk gün "Hoş geldin evladım" diyen bakkal, ertesi gün "Kredi kartı geçmiyor" der. Evladınızın okul kaydı, "Kontenjan doldu" diye ertelenir. Neden? Çünkü bu topraklar, aidiyeti bir izin belgesi gibi taşır. Senin köklerin burada yoksa, gölgen bile "yabancı"dır.
Bu reddediş, bir gece vakti çığlık atmaz. Dedelerin sabah namazı sonrası fısıldaştığı cami avlusunda, komşu teyzelerin çeyiz sandığında saklı sohbetlerde yeşerir. Çocuğunuzun dostluğu, "O aileyle görüşmeyin" emriyle kesilir. Düğün davetiyeniz, "Posta kaynadı" denilerek ulaşmaz. Kabulün bedeli, sessiz bir antlaşmadır: Susacaksın, sorgulamayacaksın, "biz" diyeceksin.
Ama "biz" kim? Aynı mezarlığa gömülenler mi? Aynı partinin bayrağını sallayanlar mı? Gerçek sınav, farklı olduğunuzda başlar. Kütüphaneden ödünç aldığınız kitaplar, "Aykırı" diye şikâyet edilir. Çarşafın rengi, türbanın bağlanış biçimi, sokakta gülüşünüzün yüksekliği bile kıstas olur. *Çocukken size "yabancı" diyenler, büyüyünce size "dönek" der. Çünkü bu topraklar, değişimi bir ihanet olarak kaydeder.
Peki ya o sıcak komşuluk hikâyeleri? Evet, varlar. Ama bir koşulla: Siz "onlardan" olacaksınız. Hasta annenize çorba getiren komşu, aynı zamanda evladınızın önünü kesip "Bu mahallede böyle giyinilmez" diyecek kadar samimi olabilir. Sevginin koşulları, burada başlar. Kuralları çiğneyen, dışarıda bekletilir.
Bugün kentlerde yaşayanlar, "Memleket hasreti çekiyor musun?" diye sorar. Cevap veriyorum: "Hasret, ancak 'ait olabildiğin' yere çekilir. Benim yurdum, bana kapıyı gösteren yerdir."
Değişim mümkün mü? Belki. Ama önce itiraf etmek gerek: Bu coğrafya, sevginin de zulmün de anavatanıdır. Kabul görmek, kimliğini teslim etmekle mümkündür. Farklılık, tehdit değil, zenginlik olarak görüldüğü gün… İşte o gün, yurt, gerçekten "ana" olacak.
Yarın, doğduğunuz evin kapısını çaldığınızda, "Sen kimsin?" sorusuna "Senin gibi bir insanım," diyebildiğiniz gün… O gün, taş duvarlar değil, yürekler konuşacak.