“Rûhları sırtlanlaşarak bütün memleketi eşilecek mezarlık hâline sokmak yolunu tutmuş bir hânedân”

Merâsim Alayını, kendisi de, Kılıç Ali'nin evinden tâkîb etmiş, “Muhterem arkadaşlarım! Bugünkü tezahüratı yakından seyrettim. Çok mütehassis oldum” cümleleriyle başlayan beyânâtını, akşam, Halkevi'nde yapılan ve kendisinin de bir müddet hazır bulunduğu müsâmerede, Vâli Nevzad (Tandoğan) okumuş, müteâkiben, Dr. Reşit Galip de, perestişkârâne bir nutuk îrâd etmiştir. İrfândan bînasîb Maârif Vekîli, “Ebedî Şef”ini daha fazla tebcîl edebilmek için Osmanlı Türküne ve Türk Kültürüne en büyük hakâretleri savuruyordu:

“Ruhları sırtlanlaşarak bütün memleketi eşilecek mezarlık haline sokmak yolunu tutmuş bir hânedan, akrep gibi asıl zehrini kuyruğuna, yani en son mümessiline vermiş bir saltanat, varlık hikmetini çoktan kaybetmiş ahmak bir müessese inadiyle asırlarca Türk dehasının yaratıcı kabiliyetlerini uyuşturmağa ve zincirlemeğe çabalamış bir hilâfetten herhangi bir vatandaş milletini kurtarsa ve hayatında milleti için yaptığı yalnız bunlardan ibaret kalsa, o vatandaş kurtarıcı ihtilâlin büyük şefi diye anılır ve adı tunç ve mermer heykeller diliyle nesillere ulaştırılırdı.

“Adlî, hukukî ıslahat, tekkelerin, medreselerin kapatılması, eski Anadolu devletlerinden Frikyanın ancak esirlere giydirdiği kırmızı serpuşun kalkması, zekâ ve istidat örümceği eski harfler yerine, çocuk zihnine ışık gibi giren yeni Türk harflerinin geçmesi, bütün bunlar herhangi bir vatandaşın yalnız birini başarmasiyle millî tarihe millet hâdimi şeref ve haysiyetiyle girmesine hak kazandıracak büyük ve köklü inkılâp safhalarıdır. […]

(Cumhuriyet, 17.11.1938, s. 1)

“Ebedî Şef”in son, “Millî Şef”in ilk Başvekîli Celâl Bayar’ın 16 Kasım 1938’de Meclis’deki nutkundan: “Atatürk! Seni sevmek, tebcîl etmek, her Türk vatanseverinin millî ödevi ve namus borcudur! Atatürk’ü unutmayacağız, her zaman tebcil edeceğiz!” Gazetenin haberi: “Dün 150 bin kişi Ebedî Şefin tabutu önünde tazimle iğildi…”

***       

 

“Gökler kadar engin varlık sâhibi, yaratıcı Büyük Ata”

“Eğer bir vatandaş, bu en büyük vatandaş, bunların hepsini birden yapmışsa, […] milletçe ona millî şükran derecesini ifade için hangi ölçüyü, hangi vasıtayı kullanmak lâzımdır?

“Bunun cevabını hep birden verebiliriz. […]

“…O, sevdiği ve gökler kadar engin varlığını uğruna vakfettiği millet tarafından sevilmekle kendini hayatın en yüksek saadetlerine ermiş sayıyor. […]

“Türk milletinin ona sunduğu sevgi, mukaddes bir aile mirası gibi, nesilden nesle kıymet ve kudsiyeti artarak ebediyete kadar yaşıyacak ve Mustafa Kemal adı istikbale doğru en parlak ümit güneşleriyle aydınlanarak giden Türk milletinin bütün tarihinde kurtarıcı ve yaratıcı BÜYÜK ATA olarak daima artan bir coşkunlukla anılacaktır! (Vekil Beyin nutku, her cümlesi ayrı ayrı alkışlanarak dinlenmiştir.)” (Dr. Reşit Galip, “Gazi Mustafa Kemal”, “Gazi günü, Ankara Halkevinde yapılan toplanmada, Maarif Vekili Doktor Reşit Galip Bey tarafından söylenen nutuk”, Ülkü, Şubat 1933, ss. 12-13) (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 11.11.2018/53)

 

“Güneşli bir gece geçiren gencler”, Mustafa Kemâl'in “Tanrısel” sözlerini “bir ibâdet vecdi içinde dinliyorlar”

Mustafa İsmet İnönü, Ali Fethi Okyar, Ali Fuad Erden, Celâl Bayar, Dr. Reşit Galip, İsmail Müştak Mayakon, Fakihe Öymen, Selânikli Âfet Hanım, ilh… Bunlar, hep aynı Cemâatin yetiştirmeleri gibi görünüyor… Evvel emirde, Cemâatin umûmî profiline pek uygun düşüyorlar… Âilevî menşêleri de bu intibâı pekiştiriyor…

1 Nisan 1937 târihli Cumhuriyet’te birinci sayfada başlayıp dördüncü sayfada devâm eden bir manşet haber var: “Büyük Şefin genclikle ulvî bir musâhabesi”… Haber, bir taabbüd hissiyâtı içinde, Mustafa Kemâl’in mûtâd işret sofralarının müdâvimi Teselyalı Siirt Meb’ûsu İsmail Müştak Mayakon tarafından kaleme alınmış… (Gazeteci, mütercim ve V. Devre -1 Mart 1935 / 3 Nisan 1939- Siirt Meb’ûsu İsmail Müştak Mayakon -1882 / Pâris, 9.10.1938-, Selânik’in cenûbunda, Teselya mıntıkasının merkezi olan Yenişehir -şimdiki Larissa-’da doğmuştu.)

Mevzû, 27 Mart 1937'de, Ankara Halkevi'nde tertîb edilen Bursalı Gencler Gecesi… Bayar tarafından tertîb edilen geceye “Büyük Şef” ve mümtâz talebe ve arkadaşı, aynı zamânda akrabâsı Âfet Hanım da iştirâk ediyorlar ve “Güneşli bir gece geçiren gencler, Mustafa Kemâl'in Tanrısal sözlerini bir ibâdet vecdi içinde dinliyorlar”… Habere nazaran:

“27 mart [1937] cumartesi gecesi, Ankara Halkevinde bir toplantı vardı. Ankarada tahsilde bulunan Bursalı gencler bir yurd şenliği yapıyorlardı. Toplantıya riyaset eden Ekonomi Bakanı Celâl Bayar, Bursa genclerinin tazim ve şükranlarını bir telgrafla Atatürke arzetti.

 

“Büyük Önder'e sonsuz îmân ve itâat”

“Bu telgraf geldiği zaman Atatürk, bazı misafirlerile, sofrada bulunuyorlardı. Celâl Bayar, telgrafında Bursa genclerinin Büyük Öndere sonsuz inan ve itaatlerini ve onun nurlu yolunda yorulmadan Atatürkü takibe andlarını bildiriyordu.

“Bu samimî tezahürden pek mütehassis olan Atatürk, memnuniyetlerini yüksek huzurlarile Bursa genclerine ifade etmek için, misafirlerini maiyetlerine alarak, Halkevini şereflendirdiler.

“Atatürkün teşrifleri, Halkevi salonlarını dolduran gencliği çılgın bir sevinc içine attı. Bütün gencler bir sürur, bir minnet ve heyecan halesi gibi Büyük Şefin etrafını sardılar. Atatürk bu genclerle bir müddet dil ve tarih üzerinde konuştular.

“Bu esnada idi ki Ulu Önder, yalnız Bursa genclerinin değil, bütün Türk milletinin kalbine ve dimağına nakşedilmek lâzım gelen şu yüksek sözleri söylediler:

‘- Arkadaşlar, bu gece buradaki toplantınızı ve benim hakkımdaki derin duygularınızı Celâl Bayar çok güzel ve canlı bir ifade ile bana bildirdi. Bu meyanda dedi ki: Siz, genc arkadaşlar, yorulmadan beni takibe ahdetmişsiniz. İşte ben bilhassa bu sözden çok duygulandım.

‘Yorulmadan beni takib edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat, arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey, yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takib etmektir. Yorgunluk her insan için, her mahlûk için tabiî bir halettir. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevî bir kuvvet vardır ki işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.

‘Sizler, yeni Türkiye'nin genc evlâdları, yorulsanız dahi beni takib edeceksiniz. Ben bu akşam buraya yalnız bunu size anlatmak için gelmiş bulunuyorum. Dinlenmemek üzere yürümeğe karar verenler asla ve asla yorulmazlar. Türk gencliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. Şimdi, çocuklar, eğleniniz.' […]

 

“Nûrlu yüzüne teveccüh eden genclik”

“Bir aralık genclik hep bir ağızdan: ‘Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar / Güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar…’ marşını ayıttılar. Göğüsleri kabartan bir duygu ve sevgi coşkunluğile terennüm edilen bu marş bitince Atatürk, nurlu yüzünü bu nura teveccüh eden gencliğe çevirerek eski bir hatıralarını şu suretle hikâye buyurdular:

‘- Arkadaşlar, ben 1919 senesi ağustosu içinde, [verilen târihe dikkat!] Samsuna çıktığım gün elimde, maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım. [Bu “ulusal̃” kelimesine de hâssaten dikkat edilmelidir. “-al, -el, -sAl” eki Fransızcadan devşirmedir. Resmî Dilin Fransızcalaşmasında bu türetmeliğin  büyük têsîri vardır. Kemalistler, “Ebedî Şef”lerinin benimsediği bu Fransızca türetmelikden kat’iyen vazgeçemezler ve vazgeçemiyorlar, çünki aksi takdîrde onun “Sünnet”inden sapmış olurlar…]