İzzet Ulvi Aykurt: “Tanrılaşan Atatürk”
1923’te “Mutlak Şef” tarafından Afyonkarahisar “Meb’ûs”u tâyîn edilen ve 1946’ya kadar muhtelif şehirlerin “Meb’ûsluğuna” devâm eden İzzet Ulvi Aykurt (Eskişehir, 1879 – 8.11.1957), 1935’te Dil Kurumu (Türk Dili Tetkik Cemiyeti) “Yayın Kolu Başkanı” idi. Onun hep işbu Türk Dili Türkçe – Fransızca Belleten’in Aralık sayısındaki makâlesi (ss. 90-91), taabbüdde dîğer Kemâlperestlerin makâleleriyle yarışan ve zavallı Memleketimizin bir asırdır ne menem insanların tahakkümü altında bulunduğunu gösteren bir başka ibretâmîz misâldir:
“Tanrısel dehayı senin varlığında görmüştük”
“…Tabiatten insana geçen ve kemalleşen büyük sırrı, tılsımlı kudret ve Tanrısel dehayı senin varlığında görmüştük. Kâinatta ondan üstün ne olurdu ki…
“Cihanın en büyük milleti olan Türkten ancak dünyanın en büyük dehası Atatürk çıkardı; öyle bir varlık ki binlerce yılda bir gelen…
“O binlerce yılda bir gelen ve tarihin görmediği eşsiz ve büyük varlığa; gelecek nesiller elbette binlerce yıl ağlıyacaktır.

(Türk Dili Türkçe – Fransızca Belleten, Aralık 1938, sayı 33, ss. 90-91)
“Türk Milletini medenîleştirmek” iddiâsıyle Putperestliği horlattılar! Hem de şu Müsbet İlim ve Yüksek Tefekkür çağında!
***
“Milleti kölelikten kurtaran O’dur!”
“Çünkü bir yıkık vatanı kuran, milleti kölelikten kurtaran ve yükselten yüce kahraman O’dur. Millet sevgisini her sevginin üstünde tutan, insanlık ve fazilet örneklerinin en yükseğini kendinde gösteren büyük insan O’dur.
“Onun için cihân ağlıyor!”
“Ey Atatürk, sen bir güneştin; yalnız Türklüğün değil, bütün insanlığın yollarını ışıttın! Onun için cihan ağlıyor!
“Yerlerin belini büken, gökleri saygı ile yerlere eğen bir tâbut”
“Madde Atatürk, yerlerin belini büken, gökleri saygı ile yerlere eğen bir tabuta geçebilir. Fakat zekâ ve ruh Atatürk ebedîdir. Eserlerinde, yazı ve sözlerinde, inkılâplarında, kurduğu esaslarda, yaşıyor, yaşıyacaktır.
“Derin bir inanç ile O’nun yolundan gidenler, ruhlarında Atatürk’ü -kutlu bir emanet gibi- gelecek zamanlara taşıyor.
“Ey büyük Atam, sen yaşıyorsun, sen ebedî olan millet ruhunda yaşıyorsun!
“Millet size tapıyor”
“Yalnız akla inanıyor, fazilete ve gerçeğe tapıyoruz. Sizi gözlerimizle gördük, aklımızla anladık. İşte bundan bir inanç doğdu. Bu inancın ışığında görünen sendin, ey ölmez ve sönmez güneş!
“Gideceğimiz nurlu izinizdir, yolunuzda cesaret ve fedakârlıkla, birlik ve sevgi ile yürümek en büyük ülkümüzdür. Ayrılık, bencillik ve cesaretsizliği kimse tanımıyor.
“Çok sevdiğiniz matemli millet size tapıyor, siz artık yüce Türk milletindensiniz, ey Tanrılaşan Atatürk”
Ahmet Cevat Emre: “Tanrılar benzeri kahraman”
Komünist Partisi’nin lider kadrosundayken “Büyük Şef”e bîat ettikden sonra Harf ve Dil İnk̆il̃âblarının, kezâ “Kemalist Târih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi”nin mühim sîmâlarından biri hâline gelen, “Mutlak Şef” tarafından Çanakkale Meb’ûsu (1930 – 1938) tâyîn edilen, bâzı ipuçlarından Sabataî olduğu intibâı bırakan Giritli Ahmet Cevat Emre (Girit, Resmo, 1876 – Ankara, 10.12.1961)… Kendisine, Kemalizmin ‘Târih Tezi” ve ‘Güneş-Dil Teorisi’ Hurâfeleri ünvânlı araştırmamızda (Yeni Söz 11.2-23.5.2022, 100 tefrika) geniş yer vermiştik.
Emre, ölümünden bir sene evvel, 1960’ta, İki Neslin Tarihi ismiyle, hâtırâtını neşretmişti. İstanbul’da Hilmi Kitabevi tarafından neşredilen 375 sayfalık bu kitabın başlık altında: “Mustafa Kemal neler yaptı? Son asırda memleketin geçirdiği en mühim tarihî vak’aların en canlı ve doğru hikâye ve tasviridir.” iddiâsı var… İddiâ böyle; hâlbuki Emre, kitabda, yalan söylemekden hiç çekinmiyor! Hem de kuyruklu yalanlar!
Ömrünün son deminde, seksen yaş civârında (1954-1956’da –s. 360-) kaleme aldığı bu kitabından, dalâlet içinde geçen hayâtının yine dalâlet içinde nihâyete erdiği anlaşılıyor.
Emre, Hâtırât’ında, -üstelik evli ve çoluk çocuk sâhibiyken- işlediği zinâları uzun uzun anlatmaktan hayâ etmiyor, bilakis bunlarla iftihâr ediyor…
Bu meyânda Mustafa Kemâl’i nasıl tebcîl edeceğini bilemiyor ve onu “Tanrılar benzeri kahraman” olarak görüyor (76. Fasl’ın başlığı –s. 347-)…
Bekleneceği üzere, Demokrat Parti ik̆tidârını, bir “tufeylîler, haram yiyiciler, müstebidler” ik̆tidârı gibi takdîm ederek yerden yere çalıyor, Kemalist 27 Mayıs İhtil̃âl̃ini ise harâretle alkışlıyor… (Emre 1960: 361)
1900’lü senelerde İttihâdcı ihtil̃âl̃ hareketini desteklediğini sayfalarca anlattıktan sonra, şahsî hâtıraları birden kesiliyor, Birinci Cihân Harbi’nden 1920’li senelerin ortalarına kadar takrîben on sene zarfında yürüttüğü ihtilâlci Komünist faâliyetlerini atlıyor ve Mustafa Kemâl̃’in ihtilâlci harbinden ve İnk̆il̃âblarından bahsetmiye başlıyor, onunla şahsen tanışıp görüşmesine kadar bu minvâl̃ üzere devâm ediyor… Müteâk̆iben, bu görüşmeyi anlatıp Al̃fabe ve Dil Encümenlerine dâhil edilmesinin, bu çerçevede L̃atin harflerinin ve yeni ıstıl̃âhların kabûl̃ edilmesinde oynadığı rol̃ün hik̃âyesine geçiyor; ayrıca, bu çalışmalara dâir fikirlerini îzâh ediyor… Bu kısımda, mevsûk târihî hakîkatleri inkâr ederek, kendisinin, Uydurma Dil ve “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”ndaki rolünü es geçtiği gibi, bu siyâsete o zaman muhâlefet etmiş olduğunu iddiâ ve hattâ daha ileri giderek hem bu siyâsetle (“kültür inkılâbımızın ucûbe teorisi” -s. 342-), hem de “dilci” arkadaşlarıyle alay etmekden çekinmiyor!

(Türk Dili Türkçe – Fransızca Belleten, Aralık 1938, sayı 33, ss. 90-91)
Leninizmden (onunla aynı materyalist ve totaliter paydada birleşen) Kemalizme geçen Ahmet Cevat Emre, sonradan Hâtırât’ında inkâr etmekle berâber, Kemalizmin “Târih Tezi” ve “Güneş-Dil Teorisi” hurâfelerine ve bu meyânda, “muhtelif sâhalardaki ıstılâhları esâs îtibâriyle Fransızca ile yoğrulmuş bir Resmî Dil inşâsı projesi”ne çok emeği geçmiş düşük seciyeli bir şahsıyetti. Buradaki berbâd üslûblu makâlesinde, “Ölümsüz Şef”inin bu iki hurâfesini “gerçek bilim” olarak vasıflandırıyor ve onlara dâimâ sâdık kalacağına yemîn ediyor…
***
Mezkûr araştırmamızda, Emre’nin, hâssaten, Uydurma Dil ve “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”na muhâlefet ettiğine dâir yalanlarını kat’î vesîkalarla cerhetmiştik. Türk Dili Türkçe – Fransızca Belleten mecmûasının Aralık 1938 târihli “tapınış nüshası”na dâhil edilen ve bu Kemalist hurâfeleri harâretle müdâfaa eden “Ölmez Şefin İdealist Nasyonalizmi” başlıklı (gayr-i mênûs berbâd bir üslûbla, bozuk ifâdelerle, uydurma kelimelerle kaleme alınmış) makâlesi, mezkûr yalanlarını tekzîb eden yeni bir vesîkadır. Düşünmeli ki mübârek Türkcemiz ve Târihimiz bu tıynette insanlar tarafından tahrîf ve tahrîb edilmiştir ve biz bunların kurdukları bir düzenin esîrleriyiz! Söze, “Osmanlı” kılıfı altında Türkcemizi, Millî Kültürümüzü ve Müslümanlığımızı tahk̆îr ederek başlıyor:
Emre’nin garezkâr iddiâsı: “Osmanlı yazı dilinde, son asırlar kültürünü serbestce ifâde etmek kâbiliyeti aslâ bulunmuyordu”; o, “millet ve vatan mefhûmlarını inkâr eden müslümanlık” ile yoğrulmuştu [Öyleyse Müslümanlıktan kurtulmak için bu dilden de kurtulmak lâzımdı]
“İslâm teokrasisi ve orta şark kültürü üzerine kurulmuş olan Osmanlı imparatorluğunun yazı dili, bütün nevilerinde, o cemiyetin esas karakterlerini temsil eder nitelikte (mahiyette) idi. Onda son asırlar kültürünü serbestçe ifade etmek kabiliyeti asla bulunmadıktan başka, nasyonalizmi din ile, kanunu şeriat ile karşılaştıran [karıştıran], millet ve vatan mefhumlarını inkâr eden müslümanlığın bütün manevi tesviyeciliği de vardı. Şark İslâm âlemi içinde bile Osmanlı imparatorluğu artık gerek siyaset gerek medeniyet hattâ islâmiyet yönünden eski hâkim ve önder mevkiini kaybetmişti. O köhne, tarihî devrini geçirmiş prensiplere dayanan sosyal yapıdan artık, son üç asrın yer yüzüne hâkim kılmış olduğu teknik ve kültürün büyük mümessilleri arasında her yönden eşit bir varlık sağlamağa biz cenup Türkleri için mümkün değildi. [Bozuk cümle!] Bin bir facia içinde biten genel kavga Osmanlı imparatorluğunun islâmî şeriata ve orta çağ kültürüne dayanan temellerindeki çürüklüğü tükel bir yıkıntı ile meydana koydu. Atatürk mucizesi olmasaydı biz cenup Türkleri için bugün başka urukdaşlarımızın çok daha evvel düşmüş olduğu siyasî ölümden ayrı bir akibet tasavvur edilemezdi.