Falih Rıfkı, “Büyük Şef”inin kanadları altında, muârızına şirretce hücûm ediyor:

(Milliyet ve Vakit, 8.5.1933, s. 1)
“Mutlak Şef”in Falih Rıfkı’ya beyânı: “Bu mektubu yazan üzerine akıl doktorlarının dikkat nazarını celbederim.” Onun bu (aslında Hakîkat karşısında aczin ifâdesi olan) hakâretâmîz beyânı, Milliyet’in birinci sayfasının yukarısında, çerçeveli olarak, “Gazi Hz.” başlığı ile, aynı târihli Vakit’te ise, manşetten verilmiştir…
***
“Sizin ihtilâl harbindeki kıymetinizi ancak askerleriniz bilir. İhtilâlden sonraki sergüzeştiniz ise Yurt bilgisi kitaplarında gurur ve hotkâmlığın [hodgâmlığın] zararını ve boşluğunu gösterir misallerin en iyisi olarak anılacaktır. […]
“Sizin Anadolunun kurtarıcıları değil, fakat kurtarılmışları arasında olduğunuzu da gene Ankaraya geldiğim vakit, Erzurumlulardan öğrendim. Sakarya yazılarımı benim aleyhime hatırda tutmanız ne kadar aykırı olsa da, Erzurum’u kendi lehinize hatırda tutmanız kadar gülünç değildir.
“Anadolu ihtilâli ancak Mustafa Kemal kadar büyük bir şefle Türk milleti kadar büyük bir milletin müşterek eseri olabilirdi ve öyledir. Mustafa Kemal, hiçbir zaman, hiçbir sözünde ve yazısında, ben yaptım demedi. Kendi öz şereflerinden herkese, size ve hepinize, bol bol hisse dağıttı. […]
“Siz kendi gözünüzde putlaşmış olabilirsiniz. Fakat bizler putperest değiliz. Biz, işe, esere, fedakârlığa ve fikre, millî kıymetleri kadar ve millete faydaları olduğu kadar ve olduğu müddetçe taparız. Kıymet ve faydaları kalmadığı zaman da vazifemiz olsa olsa onların hatıralarını tahnit etmekten ibarettir.” (Falih Rıfkı, “Karabekir Paşaya Mektub”, Milliyet ve Cumhuriyet, 12.5.1933)
Ulus gazetesinin manşetinden, “Bizi sevindiren ve gururlandıran ne varsa, hepsini ona, yaratıcı ve kurtarıcı Atamıza borçluyuz!” diye sayıklıyan (F. R. Atay, “Bayramımız”, Ulus, 20.10.1935, s. 1) bu Kemâlperest: “Mustafa Kemal, hiçbir zaman, hiçbir sözünde ve yazısında, ben yaptım demedi.” gibi hakîkatin tam zıddı bir iddiâda bulunmaktan hayâ etmiyor! (Bu iddiânın ne kadar ikiyüzlü olduğunu daha iyi anlamak için işbu II. Fasl’ın “Kendine Bakışı” başlıklı 1. Alt Fasl’ındaki vesîkalar hatırlanmalıdır!)
Münâfıklık böyle bir şey! Ferâseti olan, onu teşhîs etmekte gecikmez! Bu metinler, dikkatle mütâlaa edilmeli ki bir asırdır çeşid çeşid kılıklara bürünen yalanlarla Milletimizin nasıl gözünün boyandığı iyi anlaşılsın ve artık Münâfıkların tuzağına düşmiyecek kadar hassâsiyet kazanılsın!
“Sâhibinin Sesi”nin tercümânı olduğu hadsiz kibir, taşkın gayz
Aynı mevzûda, ikinci başmakâlesi, 18 Mayıs 1933 târihli Milliyet’te neşredilmiştir ve başlığı: “Bu Zatla Konuşulamaz!”dır. “Sâhibinin Sesi” olarak, bu def’a edeb sınırlarını iyice aşıyor:
“Karabekir Paşa eğer bir şeyler yapmışsa bile, Mustafa Kemâl’in zoru altında ve onun emri ile yapmıştır!”
“…Böyle bir adamla konuşulmaz: Böyle bir adam ancak bir ders olarak millete teşhir olunur. Arkadaşlarımın neşrettikleri ve neşredecekleri bir sürü vesika işte bu teşhir hizmetine yarayacağı için faydalıdır.
“Karabekir Paşa eğer bir şeyler yapmışsa bile, Mustafa Kemalin zoru altında ve onun emri ile yapmış olduğuna asla şüphe kalmayacaktır ve kalmamalıdır:
“Kafası gurûrdan çatlamış bu adamı tamâmen defnetmeli ki taaffün etmesin”!
“Kendi elile kendi hayatına nihayet veren bu isim, tam ve sağlam defnolmazsa, TAAFFÜN eder. [“Taaffün” kelimesi, metnin aslında da böyle büyük harflerle dizilmiştir. Taaffün etmek, pis kokular saçarak çürümek, kokuşmak demekdir.]
“Arkadaşlarım emeklerine acımasınlar: Ben bile şimdiye kadar Karabekir Paşayı kafası gururdan çatlamış, fakat bu gururunu hiç olmazsa büyük vatan idealinin üstüne kadar çıkaramaz, yalan ve fesada aklı ermediği için şunun bunun peşinde sürüklenip gider bir zat olarak tanırdım. Onun sükûtunu deşenler, bir pusu’nun üstüne basmış oldular. Ve bize rejimin yolu üstünde nasıl tehlikeli tuzaklar bulunduğunu tekrar sezmek fırsatını verdiler.
“Bu adam da bir kahraman olmalıdır: Fakat 1919 da o fikirde olanların kahramanı olmalıdır. Onun safını bilelim; onu açık cepheye çekmiş olalım. Genç bir rejim için herhangi açık bir cephe ile boğuşmak ve onu yenip yere sermek güç değildir. Fakat eğer rejimin adamları, Klavuzlarını ve hedeflerini bulmakta şaşkınlık gösterirlerse, âkıbetleri yaman olur. Mustafa Kemalin 1919’daki tehlikeye karşı hazırlık fikri, öyle bir talihe uğrayan her millet için bugün dahi en doğru fikir, bin sene sonraki Türkiye için dahi doğru bir fikirdir. Ve 1919‘ daki saray, Babıâli, ve Karabekir fikri bin sene sonraki Türkiye için dahi bir tehlikedir.
“Bu fikir nedir? 1919’daki Türkiye’yi tekrar hatırlayınız: İstanbul limanı, itilâf devletlerinin harp gemileri ile dolmuştur. Yunan ordusu İzmir’dedir. Fransızlar Kilikyadadır. İtalyanlar Antalya ve Konya’dadır. Şark vilâyetleri Ermenistanla Kürdistana parçalanmak üzeredir.
Tek başına hârikalar yaratan İlâh, destânını da kendisi yazıyor!
“19 Mayısta Samsun’da karaya çıkan Mustafa Kemalin, 29 Mayısta emrinde bulunan ve bulunmayan Anadolu ordularına ne emir verdiğini Karabekir’in beşinci mektubunda okudunuz. Bize bu vesikayı okutmuş olmak, bu münakaşanın ikinci bir faydasıdır.
“Bu emrin ihtilâl tarihindeki değeri, o tarihin baş kitabesi olacak kadar büyüktür. Askerî değerini ise, mütehassıslar, o şartlar içinde hiçbir zaman o kadar doğrusu ve o kadar tamamı bulunmamış olan bir ihtilâl ve harp tertibi olarak bize anlatacaklardır.
“Düşününüz arkadaşlar, o zaman tek başına Havza kasabasında bulunan bu adam ne yapıyor?
“Bu adam büyük harbin bütün muzaffer devletlerine karşı, yenilmiş milletler arasında en kolay avlanacağı zannolunan Türk milletine ihtilâl ve harp parolası vermektedir.
“1919 da yalnız Saray, Babıâli ve Karabekir değil, bütün dünya için Türkiye korkunç bir çıkmaz’da idi.
“Fakat bu çıkmaz, bir mezardı. Türk milletinin, öldürülmeden mezara sokulamıyacağına şüphe yoksa da, onu bu çıkmaz’ın bir mezar olmadığına inandırmağa uğraşanlar çoktu.
“Kalbde ölümü boğazlıyan Yaratıcı Dehâ, Millî Mücâdeleyi (ki o, aslında bir “İhtilâl” idi), 1919’da, tek başına başlattı”
“Bu çıkmazın bir mezar olduğunu anlamak için büyük kafa istemez. Fakat bir milletin önüne düşüp onu böyle bir çıkmazdan kurtarmağı düşünebilmek için kafada yaratıcı bir deha, ve kalpte ölümü boğazlayan bir kahraman cesareti lâzımdı.
“19 Mayıs 1919 da Mustafa Kemal tek başına idi. Şeref ve hürriyet sancağını açtığı zaman şüphesiz tek başına kalmıyacaktı: Çünkü o, şeref ve hürriyet savaşının ezelî ve ebedî gönüllüsü olan bir milletin evlâdı idi.
“Fakat 1919 da ve tâ İzmir günlerine kadar, bu millet, birkaç milyonluk bu millet, bütün dünyada tek başına kalmıştır.
“Yedi Düvel”e, hattâ “bütün cihâna karşı savaş” efsânesi
“Mustafa Kemalin Havzada açtığı şeref ve hürriyet sancağı işte o bahsettiğiniz ihtilâl emridir. Bu sancağın karşısında 700.000.000 vardı. Bu 700 milyonluk âlem içindeki parola:
‘- Türk milleti barbardır! parolası idi.
“Büyük harbin insanlık ideali barbarlığı ortadan kaldırmaksa asıl siyaset meydanı, Türkiye olduğuna şüphe yoktur.
“Saray ve Babıâli idam satırını yemektense, dünyanın bütün prangalarını ayaklarında taşımağa çoktan razı idi.
Münâfıklık, göz boyama, mugâlata zirve yapıyor: “Türk Milletinin yarattığı Şef… Şimdi olduğu gibi, binlerce sene onun aşkı, Türk kanının öz mayası olacaktır!”
“Dostlarım, eğer Türk milletinin yarattığı bir Şef, İstanbuldan nefyedildiği yahut bir bey bir paşa tarafından davet edildiği için değil, on binlerce senelik [???] Türk tarihinin yüz binlerce şeref ve istiklâl hâtırası onu çağırdığı için Anadolu topraklarına ayak basmış ve üstünde on binlerce [???] senedir hiç bir an, şeref ve istiklâlin kırmızı kanı kurumağa vakit bulmamış olan sancağı açmışsa, o günkü millî vazife onun gölgesine sığınmaktan başka ne olabilirdi?

(Milliyet, 18.5.1933, s. 1)
Sayfanın solunda, Falih Rıfkı’nın (Atay) “Bu zatla Konuşulamaz!”, sağ tarafında Gâzîanteb Meb’ûsu Selânikli Nuri Bey’in (Conker) “Büyük bir deha ve onun âlemşümul zaferleri elbette ki küçücük beyin kaplarına sığmaz!” başlığıyle takdîm edilen mektubu, ortada, Kâzım Karabekir Paşa’nın artık mektub göndermeyi kesdiğine dâir “Bir İzah”…
***