Ekranlarda tartıştığımız konular vatandaşın ne kadar umurunda?

Sokağın gündemi ile medyanın gündemi ne kadar örtüşüyor?

Gündemlerimiz genellikle “belirlenmiş” gündemler olduğu için ve ekranlarda konuşabilme, bilinen mecralarda yazabilme imkânına sahip olanların çoğu, “sokaktaki vatandaş”tan kopuk bir şekilde yaşadıkları için, meselenin bu tarafı pek düşünülmüyor.

Medyamız, “Gündeme aldığımız konuların ne kadarı vatandaşın umurunda?” meselesine neredeyse hiç takılmıyor.

Hepimizi vuran depremler, seller, yangınlar sonrasında bile “iki kampa” ayrılmış durumda medyamız:

Bir tarafta, her ne olursa olsun iktidarı “savunma”, diğer tarafta ise her ne olursa olsun iktidarı “karalama” çabasında olanlar…

Her iki tarafta yer alanlar da birbirlerine benziyor; her ikisi de neyin doğru neyin yanlış, neyin faydalı neyin zararlı olduğu ile pek ilgilenmiyor.

Ana Muhalefet’in kafa yöneticilerinden biri, “Biz, muhalefet olarak iktidar ne yaparsa yapsın kötü diyeceğiz elbette!” yollu lâflar etmişti hatırlarsınız.

Onların medyası aynen böyle yapıyor; “İktidar ne yaparsa yapsın kötüdür, bu iktidarı indirmek için ne yapılsa yeridir.” havasında devam ediyor.

Ne yazık ki, “öbür taraf da” bu anlayışta…

Onlar da, muhalefetin her eleştirisine, her tepkisine, “İktidara zarar verir!” diyerek tepki gösteriyor…

Hatta ve hatta…

Muhalefet çevrelerinin “yandaş” etiketini yapıştırdığı bazı yazarlardan gelen yapıcı eleştirileri bile hazımsızlıkla karşılıyor çoğu.

İktidarın ya da muhalefetin mutlak savunucusu olmayı görev bellemiş ya da bunun için görevlendirilmişler yüzünden medyanın “denetleme” işlevini yerine getiremediğini görüyoruz maalesef.

Biz, stajyer muhabir arkadaşlarımıza, “Gazetecilik en büyük hayırlara da, en büyük şerlere de vesile ya da sebep olabilecek kadar önemli bir meslek dalıdır!” demişizdir hep.

MİLAT da, bünyesindeki “dost ikazını” ihmal etmeyen yazarlarıyla, hayırlı işlere vesile olma çabasındadır.

MİLAT’ın duruşu, Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu duruştur.

Gazeteci, elindeki imkânları hayır için, yani güzel işler için kullanırsa, amel defterine çok güzel notlar düşer.

Bunu yapmaz da, birilerine şirin görünmek , maddi menfaatlerini korumak ve arttırmak için kalem oynatırsa…

Adaleti, hukuku, insafı, izanı hiçe sayarsa…

Kitap’a uymaya değil de, “kitabına” uydurmaya çalışırsa, Allah korusun, ahiretini yakar!

Gazeteci, “politikacılık” denilen “meslek dalı”na eklemlenmişse…

Kendisini “politikanın” emrinde, hizmetinde görür haldeyse…

 “Doğruya doğru, yanlışa yanlış” diyemez.

Politikacılığın  “meslek”  olmadığı söylenir ama, Türkiye’de eni konu meslek olarak görülmektedir, zira yakın tarih boyunca gündemimize gelenlerin çoğu  “neredeyse ömür boyu” politikacılık yapmışlardır.

Bundan dolayı da, bizdeki politikacılık, tam mânasıyla "meslek"tir.

Politikacılık denilen mesleğin ruhunda, “seçim kazanmak için ne gerekiyorsa onu yapmak” vardır.

“Bu fötr şapkayla altı kere gittim, yedi kere geldim!” diyen, Süleyman Demirel’in bir başka meşhur sözünü de bilirsiniz:

“Dün dündür, bugün (de) bugün.”

Şartlar değiştikçe politikaların ve politikacıların  değişeceğini, bunun da son derece normal bir durum olduğunu ifade etmişti Demirel, bu ünlü cümlesiyle.

Ağlayan Filozof lâkaplı Heraklitos’un da, “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir!” dediği rivayet edilir.

Bu Filozof’un “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz. Zira, ne nehir aynıdır, ne de siz aynısızdır!” dediği de söylenir.

Hz. Mevlâna’nın “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lâzım.”  özdeyişi de, böyle bir şeydir.

 Evet, değişim kaçınılmazdır.

Benim takıldığım “başkalaşım”dır.

İnsan “başkalaşmamalı”dır!

İnsanlığın olmazsa olmazı, kendisine saygı duymaktır.

Kendisine saygı duymayan insanın etrafından gördüğü, “yalancı saygı”dır.

Gazetecilik mesleğini “bıraktığını” söyleyen bir arkadaşım, “İnan ki, telefonuma çıkanların sayısı azaldı, bizim çevremizdekilerin çoğu, menfaat ummadığı kişinin telefonunu bile açmıyor!” demişti.

Elinde güç varsa, birilerine “menfaat sağlama” imkânın varsa, “dost” görünenlerin, itibar edenlerin çok olur.

Etrafındakilerin ne kadarının gerçekten de “dost” olduğu, bir kenara çekildiğinde ya da çekilmek mecburiyetinde kaldığında anlaşılır.

Hele hele, zor duruma düştüğünde iyice anlaşılır!

Bizler, “diğerkâm”, yani, “başkaları için fedakârlıkta bulunan” insanlar olarak bilinirdik.

Bu özelliğimizi birçok yerde koruyoruz ama, “politikacıların dünyası”nda bu hasleti görmek pek mümkün olmuyor.

Politikaya eklemlenmiş medya dünyasında da öyle; hep paralar, pullar, unvanlar konuşuyor…

Güçlü oldukları, dünyevi menfaat sağlayabilecekleri düşünülen politikacılar, kendilerinden bu bakımdan beklenti kalmadığında unutuluyor…

Politikanın ruhunda var bu…

Demiş ya Ağlayan Filozof:

“Değişmeyen tek şey değişimdir!”

Bu işler böyle…

Sokaktaki vatandaş da, kimsenin maddi menfaatine “hizmet” edebilecek durumda olmadığından, unutuluyor hâliyle!

Demokrasilerde, “sokaktaki vatandaş” seçimliktir.

Onun bazı görevleri vardır, o görevleri yerine getirmeli, fazlasına da karışmamalıdır.…

Bizim inancımızda ise…

İnsan, her zaman kıymetlidir!

Rabbimizin,

Biz insanı en mükemmel sûrette yarattık.” 

“Gerçekten biz insanoğlunu mükerrem/şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vâsıtalar nasip ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların pek çoğundan üstün kıldık.” buyurarak önemine, ayrıcalığına işaret ettiği "mümtaz" kuldur!

x

Müslümanlar olarak, insanlar arasında mevkilerine, makamlarına, servetlerine, etnik kökenlerine, renklerine göre ayrım yapmayacağız…

Her insana kıymet vereceğiz.

Müslüman gazeteciler olarak da böyle yapacağız…

Sokaktaki vatandaşın gündeminden kopmayacağız!

İnancımız bunu gerektiriyor!

Sokaktaki vatandaşı unutursak, çok beddua alırız çok!