İslam'ın hamisi, Kudüs'ün arkası, mazlumun umudu Türkiye son günlerde batılı zihniyetin ekonomik saldırılarına maruz kalıyor. 15 Temmuz'da FETÖ'yle başaramadıklarını ekonomik yolla başarmanın peşindeler. Unuttukları şey var, daha yüzyıl önce yedi düveli hizaya getiren Türkiye'nin buna boyun eğmeyeceğiz
Bizim neslimiz, slogan haline getirilen "Yerli malı yurdun malı / Herkes onu kullanmalı" mısralarıyla büyüdü. Evet yerli kumaşa, yerli meyveye, yerli oyuncağa ve diğer bütün 'yerli ve millî' nesnelere, yiyeceklere, eşyalara büyük bir ilgi ve sevgi vardı. Zaten tüketebileceğimiz, yabancı denilebilecek pek fazla bir şey de yoktu. İlk yabancı içeceğimiz, 'süt tozu'ydu ve uzunca seneler bu ülkenin çocukları, okullarda garip tadı olan bu içeceği içmek zorunda kaldı.
Tasarrufu ise mecburen uyguluyorduk. İktisat kavramını hayatımızın prensibi yapmıştık. Delikli kuruş ile çeyrek ekmek ve birazcık otlu peynir alıp yediğimizde şükrediyorduk. İstesek de israf edemiyorduk; çünkü savurup harcayacağımız paralar, cebimizde yoktu. Peki üretim? Aslında bizim milletimizin zekaca üstün olduğunu ve bir çok yeniliği öncelikle kendisinin denediğini biliyoruz. Mesela biz çocuklar, Siirt sokaklarında oynarken oyuncağımız yoktu. Oyuncaklarımızı kendimiz üretirdik. Edindiğimiz bir uzun telden araba, bisiklet yapar, sürer ve oyuncak ihtiyacımızı bu şekilde karşılardık.
Birbuçuk devlete mi boyun eğeceğiz
Bugünlerde ülke olarak bazı ekonomik sıkıntılar yaşıyoruz. Aslında bunlar sun'i olarak dışarıdan pompalanan çökertme planlarından başka bir şey değildir. İslam dünyasına sahip çıkan, Kudüs'ün arkasında duran, mazlum çocukların acımasızca öldürülmesine itiraz eden Türkiye'yi, bilinen ve görünen işgalci mihraklar çökertmeye çalışıyor. ABD-İsrail öncülüğündeki bu emperyalist/siyonist zihniyet, 15 Temmuz'da FETÖ ihanet şebekesine yaptıramadığını şimdi ekonomik yolla yapmaya ve Türkiye'yi zayıflatmaya hatta diz çöktürmeye çalışıyor. Peki bu mümkün mü? Elbette değil. Daha yüzyıl önce yedi düveli hizaya getiren Türkiye, bugün birbuçuk devlete mi boyun eğecek? Asla ve kat'a!
İktisat hayatımızın esası olmalı
Malesef bazı kesimlerin 'iktisad'ı kötü bir haslet olan 'cimrilik'le kasten karıştırdıkları biliniyor. Halbuki iktisat, pintilikle alakalı olmadığı gibi el sıkılığı ile de açıklanamaz. Aksine iktisat, lüzumlu zamanda gerektiği kadar, ihtiyaç ölçüsünce harcama yapmaktır. Esasen bu kural, dinimizin de emridir. Zira "Bir nehir kenarında bile abdest aldığınızda suyu israf etmeyiniz!" buyruğuna muhatap olmuşuz. Bilmek yetmez bu emri uygulamalıyız.
İsrafın önün geçmeliyiz
1970'lerde, mum ışığında ders çalışarak hayata tutunan bizim nesil, elektriğin kıymetini daha çok bilir ama çocuklarımıza da bu nimetin değerini öğretmeliyiz ve israfın 'haram' olduğunu kesin bir dille anlatmalıyız. Hayatımızın her safhasında iktisada uymamız gerekiyor. Mesela çocuklar kurşun kalemlerini sonuna kadar kullanmalı. Yemek artıklarının ve ekmeklerin çöpe atılmasının günah olduğu, artan nimetlerin kedi, köpeklere ve kuşlara verilmesi gerektiği izah edilmeli. Tabii millî iktisat anlayışına esnaf, memur, işçi, köylü, şehirli, asker, polis, bürokrat, eğitimci, hekim, gazeteci kısacası toplumun bütün kesimleri sıkıca ve iyice sarılmalı, israf ekonomisine asla yanaşmamalıdır. Anneler, hammaddesinin ne olduğu hala bilinmeyen zararlı kolalar yerine evde limonata, meyan kökü, gazoz ve şalgam gibi yerli ve milli içeceklerimize yönelmeli ve çocuklarına bu lezzetleri sevdirmelidir.
Emine hanım mükemmel bir örnektir
Mazlum coğrafyaya sahip çıkan, ezilen, sömürülen ve öldürülen masum insanlara sahip çıkanların başında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi muhterem Emine Erdoğan Hanımefendi gelmektedir. Arakan'da büyük bir soykırım uygulanırken, Müslüman bir kitle adeta dünyanın gözü önünde yok edilmeye çalışılırken oraya koşup giden Emine Erdoğan Hanımefendiyi unutmak mümkün mü? Vicdanının sesini dinleyerek Türkiye'yi temsil eden, hepimizin hislerine tercüman olan Erdoğan, bir bakıma sadece Müslümanların değil bütün insanlığın hem takdirini kazanmış, hem de duasını almıştı. Geçen gün insanlığa yaptığı üstün hizmetlerden dolayı dünyanın en prestijli ödülüne layık görüldü. Londra'daki ödül töreninde, "Bu anlamlı ödülün gerçek sahibi, din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın, nerede bir çığlık varsa yüzünü oraya çeviren ülkemdir, devletimdir, milletimdir." açıklaması, "Sizin en hayırlınız insanlara en faydalı olanınızdır." kutlu sözüne harfiyyen uyan bir vicdan sahibine aittir.
Sıfır atık projesi çok değerli bir çalışma
Mesela Emine Erdoğan'ın himayesinde başlatılan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yürütülen "Sıfır Atık Projesi" ne kadar önemlidir değil mi? Türkiye'nin dört bir yanından birçok kurum ve kuruluşun destek verdiği proje sayesinde tasarrufta rekor kırıldı. 'Kağıt'tan 'metal'e, 'plastik'ten 'cam'a pek çok sektörde ülkemiz büyük kazançlar elde etti. 2017 yılında başlatılan bu proje ile atıklar, bulundukları noktada ayrıştırılarak geriye dönüştürülüyor. Bu sayede hem çevre kirliliğine mani olunuyor hem de elde edilen ürünler sayesinde sanayiye ve ekonomiye katma değer sağlanıyor. İnşallah bu tür hayırlı teşebbüsler sayesinde, israfın da önüne büyük ölçüde geçilmiş olacak.
Aslında tasarrufa uygun hareket eden ve israf yapmayan insanlar kendiliklerinden üretime geçmeye başlıyor. "Neler yapabilirim, nasıl üretebilirim, ülke ekonomisine ne şekilde katkıda bulunabilirim?" sorularını sorup düşünmeye başlıyorlar. Mesela hapishanelerde yatan vatandaşlar, pekala üretime katkıda bulunabiliyor, Hem geçen zamanlarını değerlendirip para kazanıyor, hem de serbest kaldıklarında bir iş kurabilecek kadar birikmiş sermayeye sahip oluyorlar.
Türkiye çok güçlü olmak zorunda
Türkiye kendi silahını, meyvesini, arabasını, sebzesini, uçağını üretmek zorunda. Bizim başka ülkelerden ithal edeceğimiz pek bir şey olmamalı veeya çok az olmalı. Tarıma ağırlık vermek zorundayız. Ziraat bizim can damarımız. Devletimiz teşviklerle büyük şehirlere akan vatandaşlarımızı köylere, kasabalara yönlendirmeli ve üretimi teşvik etmelidir. Bugün ABD ve İsrail ile başımız dertte. Yarın öbürgün başka ülkeler de dert olabilir. Onların ihraç ettiklerine mahkum olmamalıyız, aksine onlar bizim ihraç ettiklerimizden vazgeçememelidir.
Ülkemiz büyük bir misyonun sahibidir. Asya bozkırından kopup gelen ecdadımız İslam ile şereflenip asırlarca dünyaya hükümran oldu. Yeryüzüne adaleti, nizamı, intizamı yaydı; nizam-ı alemi tesis etti. "İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın!" anlayışını hakim kıldı. Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti, birbirinin devamı olan kutlu devletlerdir. Bugün dünyanın herhangi bir ülkesinde eza gören, cefa çeken, zulme uğrayan ve saldırıya uğrayan mazlum insanlar, kurtuluş için dönüp önce Türkkiye'ye bakıyorlar.
Cumhurbaşkanımızın sesini duymak istiyorlar.
Tarih ve kader bize böyle bir görev nasip etmiş. Bu, şükredilmesi gereken muhteşem bir özellik. Öyleyse uyanık durmak, diri kalmak, güçlü olmak ve her zaman teyakkuz halinde bulunmak zorundayız. Zira gaflete ve zaafa düşmemizi, derin uykulara dalmamızı bekleyen sinsi düşmanlar var. Eli kanlı, güdülen, kullanılan ve zulüm işlemekten şeytanî bir zevk alan terör örgütleri ve düşman devletler var. Onlara karşı bizim her dem kuvvetli olmamız, ayakta durmamız gerekiyor. Bu da ülke olarak hem her türlü israftan kaçarak öz kaynaklarımıza yönelmemiz hem de gerçek anlamda üretime geçmemiz ile mümkün olabilir. Öyleyse küçük büyük demeden bütün savurganlıkları elimizin tersiyle itmemiz ve iktisadın insanı yücelten ipine sarılmamız gerekiyor. Sözün özü: Şimdi vakit, "Tasarrufta ve Üretimde de Seferberlik Zamanıdır!" Öyleyse rast gele! Rabbim bizi mahcup etmeye!