Son bir hafta içinde Türkiye’nin çevresinde baş döndüren gelişmeler yaşandı. Ancak ortaya çıkan bu manzara tesadüflerle açıklanamayacak kadar nettir. Suriye’den Doğu Akdeniz’e, Karadeniz’den Libya’ya uzanan hatta, Türkiye’ye bir mesaj mı verilmektedir?
Bölgemizdeki ilk olay, Suriye’de yaşandı. ABD ve İsrail destekli terör örgütünün SDG’nin Halep kırsalında sivilleri hedef alan saldırıları, sadece yerel bir çatışma değil; Türkiye’nin Suriye’deki varlığına karşı bir meydan okumadır.
Bu gelişmeler yaşanırken, Doğu Akdeniz cephesinde tansiyon bir anda yükseldi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’ın İsrail ile birlikte Türkiye karşı üçlü şeytani bir ittifak oluşturması, Mavi Vatan doktrinine doğrudan bir itirazdır. Bu ittifak, enerji paylaşımı üzerinden şekillense de özünde askeri iş birliğinin öne çıktığını görmekteyiz
Karadeniz’de bir Türk gemisinin vurulması ise sessiz ama son derece ağır bir uyarıdır. Türkiye’ye ait bir ticari ya da lojistik unsurun hedef alınması, bu dengeye bilinçli bir müdahale yapılarak, Türkiye’nin Karadeniz’deki anahtar rolünü hatırlatan sert bir ikazdır.
Hemen ardından Türk hava sahasına yaklaşan bir İHA’nın Çankırı yakınlarında F-16’lar tarafından düşürülmesi, bizim hava egemenliğinin test edilmesidir. Bu tür “yaklaşmalar” askeri literatürde nabız yoklama olarak tanımlanır.
Ve son perde: Libya tezkeresinin Meclis’ten geçmesi. Türkiye’nin Libya’daki askeri ve siyasi varlığını sürdürme iradesini açıkça ortaya koymasının hemen ardından, Libya Genelkurmay Başkanı ve askeri heyetini taşıyan uçağın Haymana yakınlarında düşmesi, bize İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisinin helikopterinin düşmesini hatırlattı, orada israilin parmağı vardı. Bu olay, salt bir “kaza” olarak okunamayacak kadar kritik bir zamana denk gelmiştir.,
Bu tabloya bakıldığında Türkiye’ye verilen mesaj nettir:
Peki asıl rahatsızlık ne?
El cevap, Türkiye’nin savunma sanayisindeki baş döndüren yükselişinde gizlidir. İHA’lar, SİHA’lar, milli savaş gemileri, hava savunma sistemleri, elektronik harp kabiliyetleri… Türkiye artık sadece kendi ihtiyacını karşılayan bir ülke değil, oyun kuran ve yeni teknolojiler üreten bir aktör hâline gelmiştir. Bu durum yalnızca bölgesel dengeleri değil, küresel silah pazarını da sarsmaktadır.
İşte bu yüzden Türkiye’ye baskı artmaktadır.
Cepheler bu nedenle çoğalmaktadır.
Bu nedenle Türkiye sürekli test edilmektedir.
Karadeniz’de gemimiz vurulur, “bugün gemi yarın…” denir.
Hava sahamıza İHA sokulur, bizim refleksimiz ölçülür.
Akdeniz’de ittifaklar kurulur, denizlerden sıkıştırılır.
Suriye’de vekil güçler devreye girer.
Libya’ya asker gönderme, sahadan çekil mesajı verilir.
Bütün bunlar Türkiye’nin büyümesini engellemek ve geri adım attırmak için yapılan baskılardır. Eğer bunu göze alırsanız sizi bir şekilde savaşa dahil edeceğiz demektir. Ancak unuttukları bir şey var burada. Türkiye’nin geri adım atarak sakinleşeceği sanılmaktadır. Oysa tarih tam tersini göstermektedir.
Türkiye köşeye sıkıştırıldığında değil, haksızlığa uğradığında ayağa kalkar.
Tehdit edildiğinde değil, dayatıldığında direnç gösterir.
Bugün yaşananlar, Türkiye’nin ne kadar doğru bir yolda ilerlediğinin bir göstergesidir. Çünkü kimse etkisiz bir ülkeyi bu kadar kuşatmaz. Kimse sözünü dinletemediği bir devlete bu kadar mesaj göndermez.
Ve bu noktada Türk Milletinin duruşu nettir:
Biz buradayız.
Vatanı bekliyoruz.
Türk’e yan bakan varsa, hodri meydan.
İnceldiği yerden kopsun.
Bu sözler bir tehdit değil, bir kararlılık beyanıdır. Türkiye savaş istemez; ama dayatılan senaryolara da hiçbir zaman boyun eğmez. Barıştan yanadır; fakat teslimiyetten asla.
Bugün Türkiye’ye yönelen tehditler ve baskılar, aslında yeni bir dönemin sancısıdır. Dünyada güç dengeleri değişirken, eski düzenin sahipleri huzursuzdur. Ve unutulmamalıdır: Türkiye’ye baskı arttıkça, Türkiye’nin stratejik önemi de artmaktadır.
Türkiye bir savaşa sürüklenmek isteniyor?
Bu sorunun cevabını merak edenler dönüp, şanlı Türk tarihine bir baksınlar.