Kâinatın varoluşundan beri geçerli olan ve birkaç asır önce Newton'un formüle etmesiyle "Newton'un Hareket Yasası" diye adlandırılan bir gerçek varken, İslam'ın Vahdet Yasası neden olmasın? İhlâs ve uhuvvet etki, kardeşlik ve vahdet ise tepki olsun. Bu da Vahdet Yasası olarak kayıtlara geçsin.
Çokluk, birden geçer. Biz bir olamadık ki çok olalım. Soykırımcı İsrail'in nüfusu on milyon. Birin yanına on milyon sıfırı koyduğunuz zaman, dünya dillerinde karşılığı olmayan, korkunç bir güç ve on milyon basamaklı bir sayı ortaya çıkar. İşte bu yüzden İsrail'in yaptığı zulme karşı koyacak bir karşılık yok. 2 milyar Müslüman'ı döver de yerden yere de vurur; istediği sayıda paramparça edip toprağa gömer. Sadece Müslüman'ın başına değil, Hristiyanlık âlemi için de bela olur!
Oysa İttihad-ı İslam'ı başarmış iki milyar kişilik bir vahdet gücü, iki milyar basamaklı bir kuvvete kavuşmuş olur ki, bu gücün karşısında kimse ne hainlik ne de zulüm yapabilir. Heyhat, ne Müslümanlar uyanıyor ne de Hristiyan âlemi...
Yüce Allah (C.C.) Bakara Suresi 191. Ayette: "Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür" diye buyuruyor. O zaman bizler, fitneden uzak durarak iki milyar insanı katliamdan uzak tutmuş oluruz. Çünkü fitne sadece bir insanı öldürmez; kişisel ve cüzi bir meselede fitne çıksa sadece muhataplarını cinayete kurban eder. Fakat İttihad-ı İslam'a engel olan fitne ise bütün Müslümanları katleder!
Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) de: “Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları, kardeş olun. Bir Müslüman'ın din kardeşiyle üç günden fazla küs durması helâl olmaz!” buyuruyor. Helalin zıttı haram olduğuna göre, küs kalmak, nefret, haset ve sırt çevirmek tehlikelidir. Asırlar boyu bu tehlikelerle burun buruna yaşamanın neticesi de ortadadır. Peki, Allah'ın ipine sımsıkı sarılmış İslam dehaları ne diyor?
İmam Gazâlî: “Ümmetin dağılması, kalplerin dünya sevgisiyle bölünmesindendir.”
İmam Rabbânî: “Müminlerin birliği farzdır; zira birlik, dinin kuvvetidir.”
Mevlânâ: “Bir olalım; çünkü ayrı düştükçe rüzgâr bizi savurur.” diyor.
Ve Müslümanları uyandırmasın, uhuvveti sağlamasın diye zehirledikleri Bediüzzaman ise şöyle diyor:
"Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbü ister. Ve vahdet-i itikad dahi vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder." (Mektubat)
"Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dâhilî adâvetleri unutmak ve bırakmak' olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevî kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-i İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz'î adâvetleri unutmayıp düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir." (Mektubat)
Vahdeti gerektiren başta Kur'an ve hadis gibi yüksek hakikatler varken, enaniyet karanlığında nifakı bulup dağılmak, siyonist faşist Yahudilerin diş kirası istemesine bile sebep olur.
Evet, bir olamadık ki çok olalım!
Bir Olmaya Güzel Bir Misal: Türk Ordusu
Bütün unsurlarıyla beraber Türk Ordusu, nizam ve intizamıyla atomlardaki düzeni ve mutlak itaati hatırlatır. Yürüyüşü sanki kehkeşan, yere inmiş şiir gibi akar. Tamamen insaf ve tarafsızlık ilkesiyle bakıldığında, yeryüzünde böyle yürüyen, esas duruşa geçen ve bütün hareketleri senkronize olan bu ayarda ikinci bir ordu yoktur! Olabilse de sadece görüntü olarak vardır ama ruhlar, düşünceler farklıdır. Kimisi askerlik gereği emre itaat etmek, ceza almaktan korktuğu veya yapacak işi olmadığı, paraya ihtiyacı olduğu için ordudan atılmamak, düzeni bozmamak için öylece gereğini yapar. Fakat Mehmetçik askerliği aşk ile yapar ve şehadet aklından hiç çıkmaz. Aklında vatana millete hayırlı evlat olmak, şanlı sancağı yere düşürmemek ve ezanların ilelebet devamını sağlamak vardır.
Askerde herkesin yaratılışı, anlayışı, aldığı aile eğitimi, tarzı, beğenileri ve zevkleri farklıdır. Bütün bunlara rağmen, düdük çaldığı, görev veya eğitim başladığı zaman bütün farklılıklar ortadan kalkar, tek yürek, tek vücut olurlar ki; yürüyüşleri ve esas duruşları buna çok iyi bir misaldir. Vazife bittiği ve "Serbestsiniz!" emrinden sonra kişisel farklılıklar ortaya çıkar. Kimi bir türkü tutturur, kimi top oynar, kimi mektup yazar, kimi şakalaşır veya tatlı tatlı sohbet eder. O zaman hiç kimse, "Sen neden türkü söyleyip saz çalıyorsun?" veya "Neden televizyon izliyorsun?" gibi suçlamada bulunamaz; çünkü serbest zamanlardır.
Bayrak ve ezan aşkı vahdeti sağlamış; öyle bir tek yürek, tek beden olmuşlardır ki görüntüsü bile tüyleri diken diken ediyor. İşte bu hâl insana şu dersi veriyor:
Vahdet Yasasının uygulanması demek: "Allah'ım, ben tek başıma bir hiçim; kuvvetim yok, iktidarım yok. Ancak Müslüman kardeşlerimle bir olursam etki olur, tepki olur. Vahdet, Sen'den yardım diliyorum demektir, zafer istiyorum demektir. İşte muvaffak olmayı bekliyoruz demektir."
Tüm atomların birlikte ihlas ve tevazu içinde hareket etmeleriyledir ki etki ettikleri cismi hareketlendirirler.
"Uhuvvete ve muhabbete davet," Vahdet ve Kardeşlik Yasasıdır. Bu yasayı uygulamak da boynumuzun borcudur. Belki de en büyük sünnet uhuvvet ve muhabbettir. Biz bu Vahdet Yasası ile birlikte hareket etmekle, birlikte aynı kuvveti uygulamakla, Siyonizmi ve katliamcı İsrail'i yok etmiş olacağız. Bu birlikte hareket etmenin kuvvetiyle, Vahdet Yasası ile bütün zalimlere ve İslam düşmanlarına haddini bildireceğiz.
Evet, insan bir askerdir ve uzun bir seferdedir. Kişisel zaaflarımızı, davranış ve huylarımızı bir kenara koyup, görev anında jilet gibi bir asker olmalıyız. Başkomutanımız Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) izinden giden Müslümanlar, Kur'an ve iman hizmetinde bulundukları zaman, kişisel üniformalarını bir kenara bırakıp, İhlâs ve Uhuvvet üniformasını giyinmeli ki, kişisel zaaf ve kusurlarından hizmete zarar vermesin. Birçok iyi hasletleri bulunabilir, misal; cömertlik gibi bir hasleti olur ama inat, haset, gıybet ve nifak gibi zaafından bütün Müslümanlar, özellikle cemaati zarar görür.
"Evet, insan bir askerdir. Askerlik vazifesi başka, hükûmetin vazifesi başkadır. Askerlik vazifesi tâlim, cihad gibi din ve vatanı koruyacak işlerdir. Hükûmetin vazifesi ise, erzakını, libasını, silâhını vermektir. Binaenaleyh, erzakını temin için askerliğe ait vazifesini terk edip ticaretle -meselâ- iştigal eden bir asker, şakî ve hâin olur. Bu itibarla, insanın Allah’a karşı ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebâir, takvâsıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır." diyor Bediüzzaman.
Asker olduğumuzu unutmayacağız, kendi huy ve zaaf üniformamızı değil, ihlas ve uhuvvet üniformasını giyineceğiz ki asker olalım, vahdeti sağlayalım.
Şeytan iş başında olduğu sürece bizim Vahdet Yasasına ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç ancak ahirette biter.
Vahdet Yasası, birlik çarklarını ve mekanizmasını çalıştırmak ve doğal olarak zafere ulaşmak demektir.