Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

13 Eylül 2023

Prusya'dan Asya'ya…

Bir zamanlar irili ufaklı dört yüz elliden fazla prenslikten oluşan Almanya’da ilk olarak 1819 yılında Prusya’da Maasen Tarifesi’nin kabulü ile başlayan ticaret engellerinin kaldırılması süreci; daha sonra 1834 tüm alman devletleri arasında gümrük birliğinin sağlanmasına ve en nihayetinde de Prusya ile diğer küçük Alman devletlerinin Bismarck tarafından birleştirilmesine kadar devam etti. Ticaret merkezli tarihsel bir yolculuk, ortaya dünya siyasi ve ekonomi tarihinin tüm dengelerini alt üst edecek bir başrol oyuncusu çıkardı: Alman İmparatorluğu

Bilimle harmanlanan Alman milliyet bilinci sadece yarım asır sonra öyle bir hale geldi ki Almanca konuşan halkların bir bayrak altında toplanması projesi çerçevesinde dünya ateşe verildi, tarihin en büyük faciası yaşandı.

Ticaretle başlayan muazzam bir yolculuk zora dayalı siyasetin peşinde heba edilse de, yaklaşık bir asırlık bir süreç dahilinde eğer doğru bağlar kurulursa nelerin başarılacağı, hangi tehlikeli sokaklara dalınırsa da ne türlü felaketlerle karşılaşılacağı hususunda soydaşlık bağları olan ülkelere muazzam bir tarih dersi ortaya çıkmış oldu.

Daha sonra Avrupa Birliği’ni oluşturacak olan düşünce otoriteleri Almanya’nın bu yolculuğundan önemli dersler çıkararak önce ticaretle bağların kurulmasına ve ekonominin merkeze konulmasına ciddi şekilde dikkat ettiler.

Özellikle İşlevselcilik yaklaşımının en büyük temsilcisi olan David Mitrany, devletlerin egemenliklerinden bir parça vazgeçebilmelerinin bunun karşılığında fayda sağlamalarına bağlı olduğunu, buna giden yolu da uluslararası ticaretin açacağını, uluslararası ticaretin uluslararası işbirliğini tetikleyerek başarılı olacağını, ortaya çıkacak uluslararası örgütlenmelerin bu süreçleri yönetmede önemli aktörler haline geleceklerini ve dayanışmanın çatışmayı engelleyeceğini, uzlaşmanın yöntem haline geleceğini ifade etmiştir. İşlevselciliğin pratiğe dönüşü de Avrupa Birliği’ni oluşturan iki temel kurum olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu oldu.

Şimdi yüzümüzü kendi coğrafyamıza döndüğümüzde, önümüzde bunca iyi ve kötü örnekler mevcutken “Tük Dünyası ile sıkı bir ticari iş birliğine girmenin zamanı gelmedi mi?” diye soruyorum. Bahsettiğim sıkı iş birliği bugünkü al ver ticareti şeklinde değil ama. O coğrafyaya ciddi teşviklerle yatırım yapacağımız ve yatırımlarımızla kazandıklarımızı yine o coğrafya da bırakacağımız, yeni yatırımlara döndüreceğimiz, en iyi hocalarımızdan bir kısmını o coğrafyanın üniversitelerine göndereceğimiz, spor kulüpleri satın alarak ülkemizden transferlerle destekleyeceğimiz, dizi-sinema alanında yatırımlar yapabileceğimiz, dünyaya o coğrafyayı tanıtma da her türlü yumuşak gücü devreye sokacağımız ve tüm bunları da ticarete konu değerlere çevirip ekonomik faaliyetleri destekleyeceğimiz bir süreçten bahsediyorum.

Nüfusu görece küçük ve bu yatırımların en hızlı şekilde geri dönüş vereceği ülkeyi seçmek çok önemli. Fakat aynı zamanda kaynak bakımından yatırımlarımızla en iyi eşleşmeyi sağlayacak devleti bulmak da öyle.

Örneğin, Kazakistan 5,4 milyar ton petrol, 3 trilyon metre küp doğalgaz ve 31,3 milyar ton kömür rezervine sahip. Dünya çapında rezervler bakımında tungstende birinci, krom ve manganez de ikinci, borda üçüncü, molibden ve fosfatta dördüncü, bakırda yedinci olduğu gibi uranyum üretiminde birinci durumda. Demirde de bilinen dünya rezervlerinin %10’una sahip. Üstelik yıllık 30 ton civarındaki altın üretimi gerçekleştiriyor.

Kırgızistan’da yıllık altın üretimi 80 ton civarında. Dünya antimon talebinin % 13’ü ve cıva üretiminin % 11’ini karşılıyor. Kömür, ham petrol, doğal gaz, uranyum, çinko, kalay ve tungsten gibi stratejik öneme sahip yer altı kaynakları da mevcut.

Özbekistan doğal gazı ile öne çıkıyor. 5 trilyon 95 milyar metreküplük rezerve sahip. Ayrıca yıllık 80 ton kadar altın üretiyor. Uranyum cevherleri açısından da dünyanın en zengin ülkelerinden biri.

Azerbaycan ise tam anlamıyla bir enerji tarlası. Ülkenin %70’i petrol ve gaz yataklarıyla kaplı.

Bunlar göz önünde bulundurulduğunda hangisiyle olursa olsun Türkiye’nin soydaşları ile çıkacağı yolculuğun Alman milletlerininkinden çok daha etkili olacağı ortada. Ticaretin merkezde olduğu ciddi planlara, özellikle yatırım planlarına ihtiyaç var. Dünyanın bu bölgesindeki ülkelere yatırım yapmak için hazır bekleyen fakat o coğrafyadaki siyasi dengelerden ötürü girişimde bulunamayan Körfez ülkeleri bu işin sermaye tarafında önemli görevler üstlenebilir durumdalar. Bölge ülkelerine orkestra şefliği yapabilecek bir Türkiye algısı ortaya çıkarsa yanımızda seve seve yer almaları mümkün. Böyle bir konsepte Rusya bugünkü durumu sebebiyle bölgede güçlü olan Çin’i dengeleyecek yeni bir inisiyatif olacağından kök salana kadar kısa vadede ses çıkarmaz.

Çin ise körfez ülkelerini diğer ülkeler gibi borçlandırarak satın alamayacağından ve Bir Kuşak Bir Yol Projesi üzerindeki ya da çevresindeki Hindistan harici hiçbir aktörle en azından şimdilik çatışamayacağından en fazla ilgili ülkenin siyasi otoritesinin değişmesi için girişimlerde bulunabilir.

Elbette böyle güçlü aktörlerin faal olduğu bir coğrafyada uzun vadeli planlar yapmak ve hayata geçirmek çok zor. Burada da en büyük iş kadim gücümüz olan Milli İstihbarat Teşkilatı’na düşüyor. Üniversitelerden siyasete, sanayiden ticarete, sanattan spora her yerde var olmamız, tutunabilmemiz için istihbaratın ve faaliyetlerinin çok güçlü olması lazım.

Ben yakın zamanda Devletimizin teşvik ve koordinasyonlarıyla bu alanda önemli adımların atılacağını ümit ediyorum.

Ne de olsa güneş artık Asya’nın üzerinde çok daha göz kamaştırıcı şekilde parlıyor….