Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.61
Gram Altın
2488.19
BIST 100
9524.59
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

22 Mart 2021

​Türkiye ailesiz toplum projesine 'hayır' dedi

Ülkemiz, 44 ülkenin 2011 yılında imzaladığı dünya çapında bir sözleşme olan “İstanbul Sözleşmesi’nden, 19 Mart Cuma akşamı ayrıldığını duyurdu. İyi de oldu.Neticede ilahi kaynaklı bir metinden bahsetmiyoruz.

Kamuoyunda epeydir tartışılan bu sözleşme ilginçtir muhafazakârlardan da destek görüyordu.

2017 tarihinde bu köşede, MEB ve AB ortaklığıyla yürütülen ETCEP (Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi) adındaki projeyi yazdığımda kamuoyundan ciddi anlamda destek gelmişti.

Çünkü bu proje, imam hatip okullarının da yer aldığı pilot okullarda karma futbol maçlarından, erkeklerin ip atlamayı, kızların da futbol oynamayı sevdiğine varana kadar bir yığın saçma etkinlikleri ve seminerleri kapsıyordu.

Proje,İstanbul Sözleşmesi’nin 14. Eğitim Maddesi’ne göre yapılmaktaydı. Çünkü bu maddede;“Kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinin yeni nesillere taşınmaması için, “Toplumsal Cinsiyet Hakkı gibi konulara ilişkin materyalleri öğretim müfredatına ve eğitimin her seviyesine eklemek için gerekli adımları atmaktan devlet sorumludur” deniliyor.

Sözleşmeyi eleştirenler haksız sayılmazdı. Örneğin VII.madde 1-1 Bend bölümünde toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla… devletin yükümlülüğüdür” diyor.

“Kökünü kazımak” gibi bir tabir hukuka yakışan bir ibare olmamasına rağmen bu ifade İstanbul Sözleşmesi’nde yer etmişti.

Keza sözleşmeye göre “kadınlar” kelimesi 18 yaşın altındaki kız çocuklarını da kapsıyordu.

Bu çerçevede kamuoyuna da yansıyan birçok mağduriyet yaşandı. Sözleşme; kızı ile babasını ayrı düşüren, ders vermek amacıyla şikâyette bulundukları bazı memurları hapse attıran( sonra pişman olup şikâyetlerini geri alan) baba ve anne rolünü bambaşka bir boyuta taşıyarak babayı sahne gerisine iten bir zihniyeti adım adım hayatımıza sokmaktaydı.

Kaldı ki Batı orijinli sözleşmelerin bir faydası olsa önce kendilerine olurdu.

Bakınız 2013 yılında Norveç Tıbbi Doğum Kayıt Kurumunun yaptığı bir araştırmaya göre; yılda 2 bin 500 çocuk biyolojik (gerçek) babasının kim olduğundan habersiz doğuyor.

Amerika'da neredeyse her yıl ortalama olarak dünyaya gelen 4 milyon 100 bin çocuktan 570 bininin kimliğinde baba ismi bulunmuyor. Amerika Birleşik Devletleri Nüfus Bürosu’nun kayıtlarına göre ülkede 24 milyon çocuk babasız büyüyor.

İngiltere’de ise yılda 20 binden fazla çocuk babasının kim olduğundan habersiz büyüyor. Örnekleri çoğaltabiliriz.Belli ki “Babasız, annesiz bir aile isteniyor.” Bu anlayışın Türk toplumunda da içselleştirilmesi arzu ediliyordu.

Batı’da ailenin iki anne, iki baba ve çocuklardan da oluşabileceğini dillendiren görüşler yaygınlaştı ve bazı ülkeler, yasalarını bu görüşe uygun olarak değiştirmeye başladı.

Ailesiz toplumun temellerini atmak için de evvela aileyi ayakta tutan baba rolünü mümkün mertebe tırpanlamaya çalışıyorlar. Bir gazetede, kız çocuklarını babalarına karşı kışkırtarak onları sokağa çağıran yazarları hatırlayınız.

Yeni Dünya Düzeni dedikleri proje,yeni üreme biçimleriyle babasız ailelerin planlandığı, geleneksel aile yapılarının darmadağın edileceği bambaşka bir toplumsal yapının kurgulandığı bir projedir.

Bu proje kapsamında elini veren kolunu kaptırıyor. Bereket versin Türkiye, aile yapısını hedef alan yabancı kaynaklı bu tür metinlerden kurtulmak için ilk adımı attı.

Şimdi bu sözleşme çerçevesinde oluşturulan yasalarda bazı düzenlemeler yapılmalıdır. En önemlisi de kendi kavramlarımızı oluşturmalı ve batı kaynaklı sözleşmelerden daha kaliteli, daha özgün, aileyi ayakta tutan, kadına değer veren, babayı önemseyen, çocuklarına sahip çıkan bir anlayışla buraya ait sağlam bir metin yazmalıyız.

Kadın cinayetlerini azaltmak için sadece ve sadece İstanbul Sözleşmesi’ne bel bağlamak hele hele bu tür metinleri demokrasinin garantisi olarak görmek bana pek mantıklı gelmiyor. Çünkü sözleşme, kadını da erkeği de mağdur eden bir yapıya sahip olduğu gibi kadın cinayetlerini de maalesef azaltmadı.

Türkiye, bu hususta daha iyisini yapabilir. Çünkü tarihte kadına hiç olmadığı kadar değer veren, koruyan, kollayan bir anlayışa ve birikime sahibiz. Bunun için kadına piyasa malı muamelesi yapan yabancı metinlere ihtiyacımız yok.