Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan fikriyatın kitle iletişim araçlarına küçük, önemsiz ve sadece fiziki görünümleriyle bir figüran olarak serpiştirilmesi ve bu araçları tüketen kesimin yine bu figüranlardan oluşması, sosyolojik bir vaka olarak elbette değerlendirilebilir. Fakat muhafazakâr fikriyatı bir kenara bıraktığımızda aynı kesimin fiziki temsilcilerinin medyada görünür olmamasına gocunduğumuz, hayıflandığımız günler -maalesef- geride kaldı.

Muhafazakârların medyada yer alacak gerçek temsilcileri, tıpkı gerçek hayatta görünmedikleri gibi medyada da görünmemekte ve muhafazakârlar bu durumu konfor alanlarını meşrulaştıran bir nimet olarak görmektedir. Fakat geldiğimiz noktada muhafazakâr yakıştırması ile medya tarafından özellikle TV ile hayatın içine serpiştirilen figürler, akla ve bilime tapan, dönüştürücü, ötekileştirici bir ideoloji tarafından adeta irrite edici bir şekilde halkın önüne konulmaktadır. Dahası muhafazakârların ‘modern toplum’ içerisinde iğreti durdukları yine ‘muhafazakâr tipler’ üzerinden her fırsatta hatırlatılmakta; muhafazakârlık, dini temeller üzerine inşa edilen geleneğe bağlı bir model olarak değil de kaçınılması gereken zehirli bir ideolojiymiş gibi gösterilmektedir.

Medya tarafından muhafazakârları temsil ediyormuş gibi gösterilenlerin uzaktan yakından İslam’la ilgisinin olmamasının ve toplumu dizayn edici yanının Türkiye’nin sosyolojisini, köklerini yok sayan toplum mühendisliği planının bir parçası olmadığını düşünmek fazla saflık olur. Bununla beraber, muhafazakâr kesimin medya ile buluşmasının sınırlarını ve imkânlarını postmodern toplumun kapital tüketim ilişkisinin belirlendiğini de yabana atmamak gerekir. Çünkü toplum mühendisliği ve kapital tüketim ilişkisinin sorunsuz ticari ortaklığıyla günümüzde her şey bir meta haline getirilerek kısa sürede seri üretim gerçekleştirilebilmektedir. Hakeza medya aktörleri bu alana yatırım yapmayı karlı bir iş olarak gördüklerinde ve alıcısı olduğuna inandıkları müddetçe muhafazakârlığı, tezgâhın ön taraflarında bir ‘ürün’ olarak sergileyebilmektedir.

İçinde bulunduğumuz bu durum, geri dönülmesi zor bir yeri ifade ediyor olsa da yeniden dirilmek her zaman mümkün ve kaşların çatılmasına sadece kapital toplumun dinamikleri, sekülerleşmenin sürdürülebilirliğini sağlayan üreticiler ve medya neden olmuyor; bu durumdan muhafazakârlar da sorumlu. Çünkü seküler bir hayat tarzının dişlileri arasında hem bedeni hem zihni olarak neredeyse yüz yıldır öğütülmekte olan samimi muhafazakârlar, ideolojik bağlamından kopartılmış şekilsel bir tanım içine hapsolmayı, kendilerine bu durumu reva görenlerden çok daha fazla içselleştirmiş görünmektedir. ‘Kabullenilmiş muhafazakârlık’ olarak tanımlayabileceğimiz bu hayat biçimi, Nasrettin Hoca’nın “Şimdi Kuşa Benzedin” fıkrasından farksızdır.

Dolayısıyla medyada gerçek bir muhafazakâr temsili için öncelikle muhafazakâr kavramının günümüzdeki anlamının irdelenmesi gerekmektedir. Muhafazakâr kavramı, değişime duyulan tepki anlamıyla kullanıldığında İslam’dan beslenen geleneğin, hayat mefkûresinin değişmemesi gereken ahkâmını, siyasi bir ideoloji olarak kullanıldığında kendi öz dinamiklerini kaybetmeden toplumsal, kültürel değerleri koruyarak değerlerin savunulmasını, tutuculuk anlamında kullanıldığında ise toplumun hemen her kesimini kapsayıcı bir anlam ifade ediyor.

Günümüz medyasında temsil edildiği haliyle topluma kabul ettirilmek istenen muhafazakârlık, yukarıdaki manalarıyla değil de bilim karşıtlığı, gericilik, moderniteye tepki olarak lanse edildiği ve kavram asli anlamından kopartıldığı için topluma model olacak gerçek manada bir muhafazakâr temsil ortaya koyamıyoruz. Dahası, gerçek muhafazakâr temsilinin kitle iletişim araçlarında yer almasına ilişkin toplumsal bir talep ve mutabakat olmadığı gerçeği ile yüzleşiyor, medyada gerçek temsilcilerin yer almasının toplumda nasıl bir dönüşüme/tepkiye neden olacağını da umursamıyoruz.

Dolayısıyla mevcut durumumuzu gösterebilecek bir aynanın kitle iletişim araçları üzerinden yansıtılması halinde bu duruma öncelikle muhafazakâr olduğunu iddia edenlerin tepki göstereceğini tahmin etmek zor değil. Çünkü günümüz ‘kabullenmiş muhafazakârları’ sırat-i müstakimin şeritleri arasında, var olduğu toplumu dönüştüren değil bu şeritlerin dışında huzur arayan, yabancı olduğu topluma kolayca dönüşen kişiler olmaktan, kapital tüketim ilişkisinin nimetlerinden ve tezgâhın ön taraflarında muhafazakâr bir ‘ürün’ olarak yer almaktan hoşnut görünmektedirler. Bununla birlikte muhafazakâr tanım içinde yer aldığını zannedenler, kendilerini tezgâha yerleştirenlerin yine kendileri olduğunu anlamak istememekte ve gerçek muhafazakâr temsillerin neden görünür olmadığı sorunuyla ilgilenmemektedirler.

Geldiğimiz nokta ‘kabullenmiş muhafazakâr’ların kitle iletişim araçlarında görünürlüğünün arttığını fakat bu durumun bir kazanım olmadığı gibi ‘gerçek muhafazakâr’ların göz önünden kaldırılmasına sebep olduğunu göstermektedir. Bugün medyanın her alanına bolca serpiştirilen ve zihinsel/ bedensel görünümleriyle muhafazakâr zannettiğimiz temsiller, aslında bağlamından kopartılmış muhafazakârlığın; şükür, iman, ihlas, tebliğ ve aile gibi temel dinamikleri yok etmekle görevli birer figüranlardır.

Dolayısıyla bu tanım içindeki muhafazakârlar, kitle iletişim araçlarında görünür olabilmek için kendilerini bu araçların sınırlarına uymak zorunda hissetmektedirler. Kitle iletişim araçlarının sahipleri ise ‘kabullenilmiş muhafazakârlık’ biçimini talep eden kitleyi ve araçsallaştırılmış dinden elde edilen gelirlerini kaybetmemek için İslam’a asgari düzeyde saygı göstermeye razı olmaktadır. Her iki tarafın iç içe geçmiş pragmatist yaklaşımları ne yazık ki günümüzdeki düzenin sürekliliğini sağlamakta ve bu durum her Müslümanın önünde bir sınav kâğıdı olarak çözülmeyi beklemektedir.