Şiirleri ve yazıları Dergah, Hece, Kitaplık gibi dergilerde yayımlanan ve halen Dergah edebiyat dergisinin yayın yönetmenliğini yapan Ali Ayçil'in dört kitabının yeni baskıları Dergah Yayınları tarafından gerçekleştirildi. Naz Bitti, Sur Kenti Hikayeleri, Kovulmuşların Evi ve Yenilgiden Dönerken. Titiz ve nefis bir baskının dikkat çektiği ve güzel kapakların süslediği kitaplar, edebiyat dünyamıza kazandırılmış oldu. Ayçil'in daha önce Arastanın Son Çırağı (şiir), Bir Japon Nasıl Ölür (şiir), Ceviz Sandıklar ve Para Kasaları (deneme) kitapları da neşredilmişti. Şimdi tamamı, Dergah Yayınları'nda toplanıyor.
Naz Bitti bir şiir kitabı. "Teselli Makamı" şiirinde "Nasıl anlatılır ki içimdeki misafir / dünyayı dar ediyor bende konakladıkça / üstelik bu sandığın kilidi utangaçlık / boncuk boncuk terliyor hafif araladıkça." gibi mısraların yazıldığı bir eser. "Kuşetli Vagon" bizi demiryollarının sırlı dünyasına taşıyor: "pürüzsüz bir bellekte kayboluyor nasihat / sığınacak tek tabya bile bırakmıyor kar / ne gittikçe artıyor ziyan akim zararı / ne akıla geliyor geriye döndükçe kar." Ayçil, müşkül meseleleri şiire sarıp sarmalıyor ve mesela "Hazırlan Ölüme Gidiyorsun" şiiri, insanın canını acıtmaktan ziyade onu düşünmeye sevkediyor. Şu mısralarda insanoğlunun ezelî ve ebedî meselesi üzerinde duruluyor: "annene ağır gelir kışa seni sorduğu / ve yakalı kazağın örneğine düşen kin / kahverengi iyidir saklı tutar korkuyu / her rengin bir ismi var onunki: sessiz sakin"
Sur Kenti Hikayeleri, birbirini tamamlayan ve bir roman tadında da okunabilen 20 hikayeden oluşuyor. Aynı zamanda tarihçi olan Ayçil, bir koluna edebiyatı alıp, diğer koluna tarihi takıp okuyucuyu mazide nefis bir yolculuğa çıkarıyor. Son satırlar veya mısralar, kitabın bütünlüğü hakkında bir fikir verse gerek: "Bozkırın ihtişamlı ordusu / Horasan'a varmak için / en kestirme yolu seçti kendisine. / Bir yamacın eteklerine geldiklerinde / aşağıdaki ovada / tavşan uykusuna çekilmiş bir kent gördüler. / Öyle keskin baktılar ki ona / istese de karşı koyamadı. / 'Eridi, çözüldü ve yok oldu. / Yeryüzü unuttu onu."
Ayçil'in denemeleri, hikayeleri kadar güzel. "Bir Gün Babamızın Resmi de Ölür" başlıklı denemede, babaların muhteşem yalnızlığı anlatılır ki, bu satırlar az çok hepimizin yaşadığı cinstendir. "Çoğumuz, babamız henüz hayattayken onun yüzüne bir kere bile dikkatle bakmayız. Baba, 'baba' demeye başladığımız günden itibaren sürekli karşımızda duran bir alışkanlıktır." diyen yazar, "Her gün elbiselerini giydirip sokaklara saldığımız o 'biraz' yabancının, zamanın karşısında nasıl da eriyip gittiğini fark etmeyiz bile." Hüzün rüzgarına kapıldığımız bu deneme için dahi olsa edebiyat tutkunları, bu kitabı alıp okumalı. Ayçil, "Küçük Camilerin Vakit Arası"nda, ihmal ettiğimiz küçük mabedlerimizin, mescidlerimizin ışıltılı rüyasına yatırır okuru ve ekler: "Gidip, küçük bir caminin iki vakit arasındaki tenhalığına bağdaş kurduğumuzda, bizden başka kıskanılacak kimse yoktur..." Ziya Osman Saba'nın "Öyle istiyorum ki bu akşam biraz sükûn, / Bir cami eşiğine yatıversem diyorum." mısralarıyla nasıl da akraba ifadeler, komşu duygular... Mecmualar hakkında çok yazı yazıldı ama "Edebiyat Dergileri" yazısı farklı. Buram buram yaşanmışlık kokuyor zahir. Şu tarife bakar mısınız: "Ne kitap sayfaları ne gazete kağıtları; hiçbirisi bir edebiyat dergisinin yaprakları kadar yakışmıyor insanın parmaklarına. Bu, dünyayı harflerle tamir etmek isteyen bir gönüllüler mangasının, dünyanın ancak harflerle tamir edileceğine inanan insanlara tattırdıkları bir ayrıcalıktır." Ayçil, "Sosyal Bilgiler"de toplumun bugünkü baş meselesine temas ediyor usulca ve diyor ki: "Ansızın büyüyor çocuklar. Daha bir kediyi görmeden bir savaşın görüntülerini izliyorlar ekranlardan. Kuş seslerinden önce bir bilgisayar oyununun gürültülerini tutuyoruz kulaklarına; parfümün kokusu, sabundan önce geliyor. Bu küçük bedenlerin içinde peyda ettiğimiz hormonlu hafızanın bir gün nasıl bir felakete yol açacağını düşüneden, gururla, 'artık her şeyi biliyor çocuklar' diyoruz." Ve "Ekmeğin Güzelliği", eskilerin 'nan-ı aziz' dedikleri mübarek nimete bir güzellemedir ki ilk satırlarıyla bizi çarpıyor: "Canımın içi. Kırk yıldır öpüp alnıma koyduğum. Vefalım. Nereden başlayayım senin güzelliğini anlatmaya. İstersen gel önce doğduğun yerlere, şu uzak ekin tarlalarına gidelim birlikte. Kuş seslerine ve yağmura uzanıp duran yeşil başakların tam mevsimidir." Aziz dost Ali Ayçil! Kalemine kuvvet, nefesine sıhhat, ömrüne bereket!