İslam davetçisi… Ne ağır bir sorumluluk, ne yüce bir görev bu. Sadece kelimeleri değil, kalpleri taşımak… Sadece cümle kurmak değil, gönüllere dokunmak…

Bugün çağ değişti. İnsan değişti. Fakat ne acıdır ki, biz hâlâ dünün diliyle bugünün insanına seslenmeye çalışıyoruz. Oysa artık sokaklar başka, kalpler başka, dertler bambaşka. İnsanlar sustu, telefonlar konuşuyor; yüzler gülüyor ama gözler ağlıyor. Böyle bir zamanda, davetçinin dili de çağın insanına dokunacak kadar sıcak, yumuşak ve anlayışlı olmalı.

İslam’ın özü değişmez, ama dili yenilenir. Çünkü Kur’an bile her topluma kendi diliyle hitap etmiştir. “Biz her peygamberi, kendi kavminin diliyle gönderdik” buyuruyor Rabbimiz. Demek ki mesele sadece tebliğ değil, muhatabın kalbini bulabilmek…

Bugün gençlerin kalbi kırık, inancı bulanık, umudu yorgun. Onlara bağırarak değil, sarılarak anlatmalıyız İslam’ı. Yargılayarak değil, anlamaya çalışarak… Çünkü kimse taş kalpli bir dilden hidayet duygusu alamaz. Sert üslup, hakikatin sesini bastırır. Ama yumuşak bir kelime, bir gönlü yeniden diriltebilir.

Çağa hitap eden bir dil, aslında kalplere inen bir köprüdür. O köprüyü kurmak, her davetçinin görevidir. Bugünün insanına, bugünün kelimeleriyle ama asr-ı saadetin sevgisiyle seslenmeliyiz. Peygamberimizin merhametini, sahabenin samimiyetini taşıyan bir dil…

Davet, bilgiyle başlar ama sevgiyle tamamlanır. Unutmayalım, insanın kalbi bir kapıdır; o kapı kaba sözle değil, şefkatle açılır.

Ve belki de artık en büyük cihadımız; çağın karmaşasında yitip giden kalpleri, yeniden rahmet dilinin sıcaklığıyla buluşturmaktır.