Allah’ın kelamı, insanın en derin zaafını tam kalbinden yakalar: kıskançlık.

“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri iç çekerek arzu etmeyin…” (Nisâ 32)

Bu ayet aslında bir tokat gibidir; sessiz ama sarsıcı. Çünkü insan, her dönemde başkasının elindekine bakmaya, kendi nimetini küçümsemeye, kaderini sorgulamaya meyillidir.

Bugün sosyal medya, bu iç çekişi neredeyse bir yarışa dönüştürdü. Kim daha güzel, kim daha zengin, kimin evi daha büyük, kimin hayatı daha kusursuz... Herkes birbirinin lütfuna göz dikmiş halde. Oysa Rabbimiz açıkça buyuruyor: “Allah’ın lütfundan isteyin.”

Yani başkasının rızkına göz dikme, sen kendi nasibini dua ile ara.

Erkeğe başka bir alan, kadına başka bir bereket verilmiştir. Kimine akıl, kimine sabır, kimine güç, kimine merhamet... Hepsi Allah’ın birer taksimidir. Lütfu adaletsizlik değil, hikmetle dağıtılmış bir dengedir. Biz bu dengeyi bozduğumuzda, huzurumuzu da elimizle yok ederiz.

Bir kadın, “Neden onun imkânı benden fazla?” diye sormamalı.

Bir erkek, “Neden onun itibarı benden çok?” diye kıskanmamalı.

Zira herkesin nasibi kendi emek ve imtihan ölçüsüncedir. Kimi mal ile, kimi makamla, kimi hastalıkla, kimi yalnızlıkla sınanır.

Birinin gıpta ettiği şey, diğerinin yükü olabilir.

Kıskançlık, kalbi kemiren sessiz bir zehirdir. Şükür ise kalbi diri tutan bir ışıktır.

Biri insanı karanlığa çeker, diğeri huzura ulaştırır.

Bu yüzden Rabbimiz, “Allah’ın lütfundan isteyin” derken aslında bize şunu öğretiyor:

“Haset etme, yönel! Kıskanma, dua et! Başkasının nasibini değil, kendi rızanı artırmaya çalış.”

Çünkü Allah bilir…

Senin neye ihtiyacın olduğunu, hangi zamanda neyi hak ettiğini en iyi O bilir.

Sen sadece sabret, çalış, dua et.

Ve unutma: Başkasının payına imrenerek değil, kendi nasibine şükrederek büyürsün.