Toplumların çöküşü, çoğu zaman büyük savaşlarla ya da doğal afetlerle değil; küçük gibi görünen ahlaki zafiyetlerin sessizce yayılmasıyla başlar. Bugün bunların en sinsi olanlarından biri, kumarın farklı isimler altında toplumun damarlarına enjekte edilmesidir.

Eskiden “kumar” kelimesi utanılan, sakınılan bir kelimeydi. Şimdi ise “bahis”, “şans oyunu”, “iddaa”, “slot”, “casino” gibi süslü etiketlerle parlatılıp normalleştiriliyor. Reklamlar, gençlerin zihinlerine “kazanma heyecanı” diye bir zehir pompalıyor. Oysa o heyecanın ardında yıkılmış yuvalar, borç batağına saplanmış hayatlar, tükenmiş umutlar var.

Kumar, sadece bir oyun değil; insanın iradesini teslim alan bir esarettir. Kişi bir kere o girdaba kapıldığında ne parasını, ne huzurunu, ne de onurunu koruyabilir. Evine götüreceği ekmeği “bir el daha kazanırım” diyerek sanal masalara bırakan binlerce insan, bu felaketin canlı tanığıdır.

Ama mesele sadece bireysel değildir. Kumar, toplumsal dokumuzu da çürütür. Emek yerine tesadüfü, alın teri yerine şansı kutsayan bir anlayış, bir milleti içten içe kemirir. Bu oyunlar, sabrı değil hırsı; paylaşmayı değil tüketmeyi; çalışmayı değil kısa yoldan köşeyi dönmeyi yüceltir. Sonuçta kaybeden sadece birey değil, bütün bir toplum olur.

Devletin, medyanın, hatta ailelerin bu konuda sorumluluğu büyüktür. “Eğlence” adı altında yayılan bu illetle mücadele edilmezse, gençliğimizin bir kısmı kolay paranın hayaliyle gerçek hayatı kaybedecek. Kumarın her türlüsü, hangi ambalaja sarılırsa sarılsın, yıkım getirir.

Unutmayalım: Helal kazanç huzur getirir, haram para ise önce kalbi, sonra hayatı yakar. Kumar masasında kimse kazanmaz; sonunda herkes kaybeder.