Totaliter, Fanatik Zihniyetin tezâhürü: “Bize îtirâz eden herkes kâfir, herkes düşman, herkes cehennemlikdir”!
“Ebû Abdullah Ca’fer’üs-Sâdık (A.M.) buyurmuşlardır ki:
“Biz, bütün emirlerimize uymadıkça, bize tam bir irâde ile bağlanmadıkça hiç kimseyi mü’min saymayız…” (Rızâ’l-Muzaffer 1978: 91)
“Onlar (İmamlar) mâsumdur, her türlü lekeden temizlenmişlerdir. İster küçük, ister büyük olsunlar, hiç günah işlemezler. Kendilerine emrettiği hususlarda Allah’a karşı gelmezler ve emrolunanı işlerler. Onların halleri ile ilgili bir hususta günahsızlıklarını (ismet) inkâr eden bir kimse, onları tanımamaktadır. Onları tanımıyan (câhil) kimse ise, bir Kâfirdir. (s. 113) […]
“Ve Allah’ın salât ve selâmı ona olsun Nebî şöyle söylemiştir: ‘Benden sonra Ali’nin (a.s.) imam olduğunu inkâr eden, benim peygamberliğimi inkâr eder; ve benim peygamberliğimi inkâr eden de Allah’ın Rab oluşunu inkâr etmiş olur’ (s. 123) […]
“İnancımıza göre, Mü’minlerin Emîri’ni (a.s.) kabul eden; fakat ondan sonra gelen imamlardan (a.s.) birini [bile] inkâr eden kimse, bütün peygamberleri kabul eden, fakat Nebîmiz Muhammed’in (s.a.s.) peygamberliğini inkâr eden biri gibidir. […]
“…Nebî şöyle buyurdu: ‘Benden sonra İmamlar onikidir. Onların ilki, selâm üzerine olsun Mü’minlerin Emîri Ali b. Ebî Tâlib, sonuncuları da selâm üzerine olsun el-Mehdî’ul-Kaaim’dir. Onlara itâat bana itâat, onlara isyân bana isyândır; ve onlardan birini inkâr eden, beni inkâr etmiş olur.’
“Ve (İmâm Câfer) es-Sâdık (a.s.) düşmanlarımızın ve bize karşı haksızlık edenlerin (zâlimler) küfründen şüpheye düşen kimsenin kendisi [de] kâfirdir, demiştir. (s. 124)
“…Mâsum imamların kaatilleri hakkındaki inancımız şudur: Onlar kâfirdirler, müşriktirler ve cehennemin en aşağı basamağında temelli kalacaklardır.
“Ve bu anlattığımız şeylerin dışındaki şeylere inananın, bize göre, Allah’ın dîni ile ilgisi yoktur.” (s. 126)
“Ve bizim, bize dîn işlerinden bir tekinde bile karşı çıkan kimse hakkındaki görüşümüz, bize bütün dîn işlerinde karşı çıkan hakkındaki inancımız gibidir.” (s. 130) (Şeyh Sadûk 1978: 113, 123, 124, 126, 130)
Şimdi, ibretle düşünmek îcâb ediyor: Bu zihniyetteki ferd ve topluluklarla sulh içinde bir arada yaşanabilir mi? Çatışma er-gec kaçınılmaz değil midir?
Totaliter Zihniyetlilerle çatışma kaçınılmazdır
Demek ki Farklılık Hakkımız da (le droit à la différence) Cumhûrî Nizâmla mahdûddur. Başkalarının farklılığına saygı göstermeyi reddedecek kadar farklı olma iddiâsı, sulh içinde bir arada yaşama gâyesi noktanizarından peşînen merdûddur. Bu çeşid kişi ve topluluklarla ister istemez dâimî bir mücâdele, bir çekişme, bir çatışma hâli yaşanacaktır.
Bu bakımdan, siyasî iktidârda, dîğer tâbirle hükûmette de sâdece cumhûrî umdelere uyanlara hak tanınır, bunun dışına çıkanlar ise Cumhûrî Devletin meşrû kuvvetleri tarafından dâimâ zapturapt altında tutulmak gerekir. Bu husûsta kâfî derecede müteyakkız olunmazsa, cem’iyet göz göre göre felâkete sürüklenir.
Binâenaleyh, bir cem’iyetin tahammül (tolere) edebileceği âzamî farklılığın sınırı Cumhûrî Nizâmdır.
Bu sûretle cumhûrî vasat sağlanabildiği takdîrde, ilimlerin, iktisâdî hayâtın, kültürün (ki hepsinde hürriyetin rolü birinci derecededir) sür’atle gelişmesi için en mühim şart yerine getirilmiş olur. Beşeriyetin ulaşmış olduğu şu ilim ve irfân çağında, dîğer tâbirle Tecrübî İlme ve onun üzerinde yükselen Felsefî Tefekküre dayanan medeniyet çağında, cumhûrî bir cem’iyet olmayı başaramamış bir milletin İnsanlığın ilerleme yarışında ön saflara geçmesi muhâldir.
Dîğer taraftan, -İngiliz feylesofu Bertrand Rusell’ın, 1950’de têlîf ettiği İnsanlığın Geleceği isimli kitabında pek güzel müdâfaa ettiği gibi- bütün dünyâ ortak bir cumhûrî hükûmete kavuşmadığı müddetce, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da, dünyâda savaşların, çatışmaların önüne geçmek mümkün olamıyacaktır! (Dikkat buyurulsun: Siyonizmin, Masonluğun, Amerika’nın, Avrupa’nın veyâ bir başka kuvvetin tahakkümü altında bir dünyâ nizâmından bahsetmiyoruz; istediğimiz, bütün milletlerin müsâvî şartlarda katılacağı, konfederal yapıda, sahîhan cumhûrî bir Dünyâ Hükûmetidir.)
Filhak̆îka, günümüzde, savaş teknolojisinin imhâ kudretinin neredeyse sınırsız raddeye geldiği ve ekolojik tahrîbin de bütün dünyâyı sardığı âşikâr bir vâkıa iken, İnsanlığın selâmeti için, bütün dünyâya konfederal yapıda bir Cumhûrî Nizâmın hâkim olmasından başka çıkar yol var mıdır?
(Ankara, Temmuz - Aralık 1997; muaddel metin: Bolu, Ankara, Aralık – Mart 2025)
3. Alt Fasıl:
Totaliter Rejim / Totaliter Şahısperestlik
Çok def’a “Diktatörlük” ile “Totaliter Rejim” birbirine karıştırılıyor. Onun için evvelâ birkaç cümleyle Diktatörlüğün ne olduğuna işâret edip müteâk̆iben tafsîlâtıyle Totaliter Rejimi îzâh edeceğiz. Bunu da, bilhâssa Lenin, Stalin ve Mao’ya tapınış üzerinde durarak yapacağız. Bu misâller üzerinde teemmül edildiği zamân, onların Kemalist Rejimle muvâzîlikleri kolaylıkla farkedilecek ve bir asırdır Memleketimizde Mustafa Kemâl’in tapınış mevzûu hâline getirilmesinin de totaliter rejimlerin bir vasfımümeyyizi olduğu anlaşılacaktır. Kezâ, bütün totaliter rejimlere, binâenaleyh Kemalizme de zıdd olan İslâmla bağdaşmazlıkları da…
Diktatörlük
Diktatörlük, bir liderin ve onu destekliyen menfâatdaş bir zümrenin halkın hükümrânlık hakkını hiçe sayarak siyâsî iktidârı zaptetmesi ve halka tahakküm etmesidir. Halkın murâkabe edemediği bu tipte bir iktidâr mekanizmasından çeşid çeşid zulümler doğar. Bununla berâber, diktatoryal iktidâr sâhibleri, umûmiyetle, halkın kültürüne, inanclarına riâyetkâr davranır, onlara kendi dünyâ görüşlerini dayatmazlar. Hükmetme hırsı ve büyük menfâatler devşirmek onlara kâfî gelir.
Totaliter Rejim
Diktatörlüğün daha gâsıb ve zâlim hâli, Totalitarizmdir. Zîrâ o, diktatoryal iktidâr mekanizmasına ilâveten, halka muayyen bir dünyâ görüşü dayatarak ve herkesi tek tornadan çıkmış gibi yoğurmıya çalışarak hak gasbında had dereceye ulaşır. İktidârı topyekûndur ve Devletin de, cem’iyetin de bütün imkânlarını herkese o tek ideolojiyi benimsetmek için seferber eder. Buna mecbûrdur, çünki mevcûdiyetinin idâmesi o biricik Resmî İdeolojiyi geniş kitlelere benimsetmesiyle kâbildir. Bilhâssa bu vechesiyle, insan haysiyetine taban tabana zıddır; insanı insan yapan en büyük haslet, Fikir ve Vicdân Hürriyeti sıfırlanmış, dîğer İnsan Hak ve Hürriyetleri de, Rejimin menfâatleriyle tahdîd edilmiştir: Hiçbir Hak ve Hürriyetin têmînâtı yoktur; Rejimin menfâatinin, hattâ mevki sâhiblerinin şahsî-zümrevî menfâatlerinin lüzûmlu kıldığı her ahvâl ve şerâitte, -Hayât Hakkı dâhil- bütün Hak ve Hürriyetler gasbedilebilir…
Totaliter Zihniyetin temelinde, aslında, -İlmî Zihniyete zıdd olan- İskolastik Zihniyet vardır. Zîrâ, İskolastik Zihniyetin esâsı, muayyen bir otoritenin Hakîkat kıstası olarak kabûl edilip ona tâbi olunmasıdır. Bu otorite, bir şahıs (bir lider, bir âlim, Papa, v.s.), bir müessese (Kilise, bir siyâsî fırka, bir tarîkat, v.s.) veyâ bir medeniyet âlemi (Avrupa Medeniyeti) olabilir… Totaliter siyâsî rejimlerde en büyük otorite, liderdir, şeftir; ikinci derecede, siyâsî fırka gelir. Siyâsî fırka da, şef de Devletle aynîleşmiştir ve topyekûn iktidârı temsîl ederler. Onlar, aynı zamânda, dogmatik bir ideolojinin bayrakdârlarıdır ve bu ideoloji de, Büyük Şef ve Fırkası nasıl yorumluyorsa öyledir. Başka bir yorum ortaya atarak Büyük Şeften farklı düşünmiye cür’et eden, derhâl reddedilir ve tecrîd edilmek, hapsedilmek, îdâm edilmek gibi muhtelif şekillerde cezâlandırılır…
(Milliyet, 29.4.1976, s. 6 ve Milliyet, 8.5.1976, s. 6)
Totaliter sistemin “beşerî imâlât”ı da, tabîatiyle, fanatik bir insan tipidir. “Fanatik”, demek ki İlmî Zihniyete ve İlim Ahlâkına düşman, Hakîkat arayışına yabancı, müsâmahasız, merhameti zaaf ve ideolojik kılıfla milyonları imhâ etmeyi meşrû addedecek kadar insan sevgisinden mahrûm bir mahlûk… Gâye vâsıtaları mübâh kılar (la fin justifie les moyens) zihniyetinin temsîlcisi tipik bir makyavelist… İnandığı tek “fazîlet”, totaliter iktidârın têsîsi ve yaşatılması önündeki her mânii bertaraf etmekdir…
“(Kamboçya’da) Komünistlerin ülkeyi ele geçirmesinden sonra nüfusun 12’de birini oluşturan 600 bin kişi politik intikam, hastalık ve açlık yüzünden can verdi… Teğmen ve yukarı rütbedeki subayların çoğu öldürüldü. Öldürme olaylarında mermi israfını önlemek için çok defa sopa, süngü veya naylon torbalar kullanıldı… Başkent Pnom Pen’in nüfusu 2 milyondan 20 bine düştü… Halk yiyecek sıkıntısı çekiyor…”
26 Eylûl 1979 târihli (Pâris’de münteşir) Le Figaro gazetesinde (p. 3), gazetenin Cenevre Muhâbiri Laurent Mossu’nün haberine nazaran: “Kızıl-Haç teşkîlâtı Reîsi, Kamboçya halkının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu beyân etmiştir. (Le président de la Croix-Rouge: la population du Cambodge risque de disparaître.)” Yaptıkları bütün mürâcaatlara rağmen, Kızıl Kmer Hükûmeti, Kızıl-Haç’ın sivil halka yardımına müsâade etmemektedir… “Bâzı tahmînlere göre, Kamboçyalılar, beş sene kadar evvel 4,5 milyonluk bir nüfûs teşkîl ediyorlardı. Hâlbuki şimdi, bu nüfûstan sâdece 2,5 milyon kaldığı zannediliyor. (Selon certaines estimations, les Cambodgiens étaient, voici cinq ans, 4,5 millions. Aujourd’hui, ils ne seraient plus que 2,5 millions.)”
***