Nasreddin Hoca’nın bir fıkrası vardır; güldürür ama gülerken insanın içini acıtır. Hoca’nın öküzü hastalanır. Hoca çare arar, bazı bitkiler verir. Sonuç? Öküz ölür. Ertesi gün başka bir köylünün öküzü de hastalanır. Köylü gelir, Hocaya sorar:
“Hocam, öküzüne ne verdin?”
Hoca ilaç listesini verir. Köylü sevinçle alır, gider. Ertesi gün perişan halde geri döner:
“Hocam, öküz öldü!”
Hoca sakince cevap verir:
“Ben de o ilaçları verince benim öküzüm ölmüştü.”
Köylü öfkelenir:
“E neden söylemedin?”
Hoca ibretlik cümleyi kurar:
“Sen bana öküzün öldü mü diye sormadın ki, sadece ne verdiğimi sordun.”
Bugün biz de tam olarak bunu yapıyoruz.
Batı’nın eğitim sistemini alıyoruz. Müfredatını, pedagojisini, ölçme-değerlendirmesini, hatta kavramlarını birebir ithal ediyoruz. Ama bir tek şeyi sormuyoruz:
“Bu sistem Batı’nın öküzünü kurtardı mı, yoksa öldürdü mü?”
Bakıyoruz Batı’ya…
Gençliği kimliksiz.
Ailesiyle bağı kopmuş.
Ahlakı göreceli.
İnancı zayıf.
Aidiyeti yok.
Kendi vatanını savunacak iradeyi kaybetmiş.
Öyle ki Batı, artık kendi gençlerinden ordu bile kuramıyor. Yabancı askerlerden, paralı ordulardan medet umuyor. Çünkü kendi yetiştirdiği genç, savaşmak istemiyor; bedel ödemek istemiyor; sorumluluk almıyor. Hayat, onun için sadece “konfor”dan ibaret.
Şimdi soralım:
Bu mu başarı?
Ama biz ne yapıyoruz?
“Batı böyle yapıyor” diyerek aynısını alıyoruz.
“Avrupa’da bu var” diyerek kopyalıyoruz.
“Modern eğitim” diyerek özümüzden vazgeçiyoruz.
Sonra şaşırıyoruz:
Gençlerimiz neden amaçsız?
Neden umutsuz?
Neden kimliğini arıyor ama bulamıyor?
Neden ailesine, milletine, inancına yabancılaşıyor?
Çünkü biz de köylü gibi davrandık.
İlaçları sorduk ama öküzün akıbetini sormadık.
Batı’nın eğitim sistemi, Batı’nın değerleri üzerine kurulu. O değerler çökmüşken, o sistemden sağlam bir nesil çıkmasını beklemek akıl işi mi? Kökü kurumuş bir ağaçtan meyve beklemekten farkı var mı?
Batı’ya özene özene, kendi gençliğimizi tüketiyoruz.
Kendi hikâyemizi bırakıp başkasının masalını ezberletiyoruz.
Kendi değerlerimizi “gericilik” diye aşağılayıp, başkasının çöküşünü “ilerleme” diye sunuyoruz.
Oysa yapılması gereken çok netti:
Almadan önce sormak.
Özenmeden önce sorgulamak.
Taklit etmeden önce sonuçlara bakmak.
Ama biz sormadık.
Ve şimdi yavaş yavaş fark ediyoruz:
Öküz ölmüş…