Toplumumuzda maziye, bilhassa Osmanlı tarihine büyük bir ilgi ve sevgi gözleniyor. Yayın dünyasında ve dizilerde tarihimiz revaçta.

         Geçmişte maziyi ret ve inkâr vardı. Kendi tarihimize mesafeli, hatta tavırlıydık. Bu anlaşılmaz garip tutum, şükürler olsun ki son 40 yılda büyük ölçüde aşıldı ve toplumumuz kendi uzak ve yakın tarihini merak edip öğrenmeye, ecdadını sevmeye başladı. Elbette bu büyük ilginin ve tecessüsün temelinde hakikat arayışı var. İnsanlar, dünyada olup bitenleri medyanın gelişmesi sayesinde anında öğrenmeye başladı. Yapılan haksızlıklar, edilen kötülükler sadece o bölgedeki insanların itirazı ve restiyle karşılaşmıyor, bütün dünyada toplu eleştirilere, itirazlara, mitinglere, gösterilere, isyanlara yol açıyor.

         Merhum “Bilge Tarihçi”miz Ziya Nur Aksun’u, bayramlarda dostlarla birlikte ziyaret ederdik. O günlerde kültür ve sanat dünyamızın meraklı isimlerinden bir bölümü, Akatlar’a doğru yola çıkardı. Eve vardığımızda bambaşka bir âlemde kendimizi bulurduk. Kendisi felç geçirdiği için konuşamazdı ama başta Mehmed Niyazi olmak üzere yakın dostları duygu ve düşüncelerini dile getirirdi. Bir bakıma gündemin muhasebesi yapılır, dünya ve memleket ahvali hakkında her birimiz kendi kanaatimizi ortaya koyardık. Herkesin az çok konuşma hakkı vardı ama Ziya Nur Bey’in vekili konumunda olan Mehmed Niyazi Bey daha çok anlatır, biz dinlerdik. Zira onunla en çok vakit geçiren, Marmara Kıraathanesi’nde sabahlayan kendisiydi. Zaten o anlattıkça tarihçimiz de mevzuya katılır, başıyla tasdik ederdi. Mehmed Niyazi Bey’in anlattığı latif nüktelere tebessüm ederdi.

         Ziya Nur Aksun’un tarihçiliğe karar vermesinde bir hadise vesile olur. İlk veya ortaokul yıllarında Konya’da okurken derse giren öğretmeni, devamlı olarak Osmanlı padişahlarının aleyhinde atıp tutuyormuş. Küçük Ziya bir gün cesaretle parmağını kaldırır ve öğretmenine sorar: “Öğretmenim, Osmanlı padişahlarının bütünü de mi kötüydü?” Bu müthiş soruya şaşıran öğretmen kekeler ve “Eeee, hepsi kötü değil tabii… Aralarında Fatih gibi birkaç iyi padişah var.” deyivermiş. Bu kötü, sinsi ve art niyetli bakış, Ziya’ya hayati bir karar aldırır: “Büyüyünce Osmanlı padişahlarını araştıracağım, hayatlarını okuyacağım ve hakikati ortaya çıkaracağım.” dediğini de yapar ve hukuk tahsili almasına rağmen, ömrünü Osmanlı’yla geçirir. Ötüken Neşriyat’tan başta altı ciltlik Osmanlı Tarihi olmak üzere pek çok kitabı yayımlanır. Bugün doğru maziyi ve bilhassa Osmanlı tarihini öğrenmek isteyenler, bu eserleri kütüphanelerinden asla eksik etmiyor.

                   AHMET CEVDET PAŞA’NIN ESERİ

         Ahmet Cevdet Paşa yakın tarihimizin en seçkin ilim, fikir ve devlet adamlarımızdan birisidir. Etkileşim Yayınları’ndan onun Osmanlı İmparatorluğu Tarihi kitabının yayımlanmış olmasına çok sevindim. Şüphesiz daha önce de bu eser çeşitli şekillerde neşredilmişti. Ancak iyi bir editöryal çalışmanın ardından ve tek cilt hâlinde bu muhteşem eserin kültür hayatımıza, bilhassa tarih severlere kazandırılması, büyük bir hizmet olmuştur. Eserin başında Ahmet Cevdet Paşa’nın hayatı ve eserleri etraflıca anlatılıyor. Paşa’nın muhitini, yetişme çağını, yaptığı tahsilleri, kıymetli hocalarını ve bilhassa çocuk Ahmet Cevdet’in ilgi alanlarını, üstün zekâsını ve öğrenme merakını görüyoruz. Daha çocukken Nef’î gibi büyük Divan şairlerini okuduğunu ve onlara nazireler yazdığını öğrenince şaşırıyoruz. Tahsilini tamamladıktan sonra aldığı görevlere, kendisini âmirlerine sevdirişine ve hızla yükselişine şahit oluyoruz. Bir bakıma nerede ihtiyaç varsa, devlet adamları tarafından oraya gönderilen güvenilir bir bürokrattır Ahmet Cevdet. İlmiyle, birikimiyle herkes tarafından sevilir, hürmet ve itibar görür. Başta Maarif Nazırlığı olmak üzere pek çok bakanlıkta görev alır. 26 Mayıs 1895 yılında vefat eder ve Fatih Sultan Mehmed Türbesi haziresine defnedilir.

                   BÜYÜK HİZMETLERİN ADAMI

         Ahmet Cevdet Paşa’nın yaptığı hizmetler ve ülkemize getirdiği yenilikler çok fazladır. Onlardan bir kısmı giriş yazısında şöyle belirtiliyor: “Cevdet Paşa nazırlıkları döneminde önemli kararlar almış ve üstün başarılar elde etmiştir. Nitekim Encümen-i Dâniş’in teşkilinde büyük katkılarda bulunmuş, Dârülmuallimin yönetmeliği onun müdürlüğü zamanında düzenlenmiş ve 1872’deİstanbul’da ilk idâdî (lise) de onun Maarif Nazırlığı sırasında açılmıştır. Okullarda okutulmak üzere modern metotlara göre Türkçe ders kitapları hazırlamıştır. Türkçenin ilim dili olamayacağını iddia edenlere bir cevap olmak üzere Takvîmü’l-Edvâr adını verdiği risalesini bastırarak herkese Türk diliyle de güzel eserler yazılabileceğini göstermiştir.”

                   DEVLET YENİDEN ŞEKİLLENİRKEN

         Ahmet Cevdet Paşa, Osmanlı Devleti’nin son döneminde etkili olmuş bir yenilikçidir. Ama yenilikleri yapılırken öze dokunulmasına izin vermemiş, güzel gelenekleri korumaktan yana olmuştur. Bu yönü şöyle belirtiliyor: “Cevdet Paşa, Osmanlı kurum ve kuruluşlarına yeniden şekil verilmesi konusundaki farklı fikirlerin hız kazandığı bir dönemde, gelenekçi Doğu kültürü ile yenilikçi Batı arasında senteze varmaya çalışmış bir şahsiyettir. Osmanlı müesseselerinin İslâmî esaslara dayandığını dikkate alarak Batı devletleriyle Osmanlı Devleti’nin farklı din ve medeniyetlerden doğduğunu, bu sebeple de her yönden Batılılaşmanın hem yanlış hem de imkânsız olduğunu düşünmüş; sonuç olarak Batı taklitçiliğine ve maddeci felsefeye şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak bütün icraatında Osmanlı ve İslâm geleneğini savunmakla birlikte metotta yenilikçiliği benimsemiş, Batı’nın pozitif bilimler, teknik ve yönetim alanlarındaki üstünlüğünü kabul ederek bu alanlarla ilgili Osmanlı müesseselerinin Batı tarzında ıslahını savunmuştur.”

                   İSLAM’IN ÜSTÜN GÜCÜ

         Cevdet Paşa millî bünyeyi tanıyan, dinin yönlendirici, müspet fonksiyonunun farkında olan bir münevverdir. İnancımızdan sapmadan doğru yere varılabileceğinin farkında. Güçlü, mütefekkir tarafı okuyucuya şöyle sunuluyor: “Cevdet Paşa’ya göre İslâm dini, herkese hak ettiği hürriyeti verdiği için, İslâm dünyasında Batı’daki gibi bir hürriyet mücadelesi vuku bulmamış, buna karşılık adaletin tesisi gayretleri ön plana geçmiştir. Cevdet Paşa, devletin ve hükümetin ancak İslâmî esaslara uymakla fitne, fesat ve zulmü önleyebileceğini düşünmektedir. Aynı sebeple Gayrımüslimlere de ‘şer’-i şerîf’e uygun muamele edilmesini istemiştir. İslâm’daki bu eşitlik –adalet uyumundan dolayı Avrupa’daki sınıf çatışmalar, feodalite, sömürü ve zulüm Osmanlı toplumunda görülmemiştir.”

         Eserin önsözünde Ahmet Cevdet Paşa diyor ki: “1774 senesinden itibaren Devlet-i Aliye olaylarını yazdırma hususu, Maarif-i Umumiye Meclisince defalarca görüşülmüş ve padişahımıza danışılarak 1774’ten 1826 senesine kadar eskilerin adını yaşatacak ve geleceklerin duasını celbedecek bu eseri yazmaya padişahımız Efendimiz, bu âcizi memur buyurmuşlardır.” Bu ifade bile padişahların arşive ve tarihe ne kadar önem verdiklerini gösteriyor. Hayatı boyunca çeşitli devlet görevlerinde bulunan Ahmet Cevdet Paşa, farklı ilimlerde eserler kaleme almış ve Osmanlı hukuk sistemine âdeta yeni bir yapı kazandırmıştır. Başta Tarih-i Cevdet, Tezâkir, Marûzat olmak üzere bütün eserleri kıymetlidir, okunmalıdır.

                   HAMMER’İN OSMANLI TARİHİ

         Asırlara mührünü basan Osmanlıların muhteşem tarihi, yabancı araştırmacı, yazar ve tarihçilerin her zaman ilgisini çekmiştir. J. Von Hamer’in Osmanlı Tarihi bu alanda yazılan ilk, önemli ve en meşhur tarihlerden biridir. Etkileşim Yayınları bu eseri de yeniden, güzel bir kapak kompozisyonu ve titiz bir baskıyla irfanımıza armağan etmiştir. Editörlüğünü Şerif Ali Arslan’ın yaptığı eserin tercümesi Kâmil Terzioğlu’na ait. “Osmanlı Devletinin Ortaya Çıkışı” ile başlayan birinci bölümün ardından Orhan, Birinci Murad ve Bayezid’in tahta çıkış hikâyeleri anlatılıyor. İkinci bölümde “Timur ve Tarihi” başlığı dikkat çekiyor. Hemen peşinden İkinci Murad’ın padişah oluşu ve Fatih Sultan Mehmed dönemine geçiliyor. “Fatih Sultan Mehmed Çağının Devlet Yapısı” dikkat çeken metinlerden. Müellif muyakeseli çalışmalar yapmış ve Osmanlı Devleti’nin hüküm sürdüğü yıllardaki komşu hükümetleri de anlatmıştır. Eser, Karlofça Antlaşması’na kadar geliyor. Bu arada tarih boyunca padişahların dönemlerinde kazanılan zaferler, elde edilen topraklar, imar hareketleri, baş gösteren isyanlar ve ana hatlarıyla toplum hayatı da özetle veriliyor. Bir yabancı gözüyle Osmanlı’nın tarihini okumak isteyenler için ilk elde tavsiye edilebilecek bir kitaptır Hammer’in Osmanlı Tarihi.

                   101 SORUDA OSMANLI TARİHİ

         Yaşayan büyük tarihçilerimizden ve ilim adamlarımızdan muhterem Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu’nun eserleri, ilim ve fikir dünyamızda, bilhassa tarihe meraklı olanlar arasında büyük revaç buluyor. Zira Maksudoğlu Hocamız, bilim alanında gerçekçi ve geniş ufuklu bir âlim olmanın yanı sıra devamlı okuyan, araştıran ve yeni meseleleri çözme konusunda hepimizi makaleleri ve eserleriyle aydınlatan mükemmel bir fikir adamıdır aynı zamanda. İstifhamları ortadan kaldıran, tartışmalı mevzuları en yetkin biçimde açıklayan ve karmaşık soruların cevaplarını ikna edici tarzda veren Mehmet Maksudoğlu’nun eserleri kütüphanelerimizden eksik olmamalıdır. Zira o,  Ahmed Cevdet Paşa, Yılmaz Öztuna, Ziya Nur Aksun, Kemal Karpat, Mehmed Genç gibi yerli ve millî tarihçiler zincirinin günümüzdeki altın halkalarındandır biridir. Osmanlı tarihi ile alakalı eserleri, yurtdışında ders kitabı olarak okutulan ve pek çok dünya diline aktarılan aziz Hocamızın yeni kitabı, 101 Soruda Osmanlı Tarihi adıyla duruş Yayınları’ndan çıktı. Maksudoğlu’nun en belirgin özelliği, tarihte yanlış bilinenleri düzeltmesi, hataları tashih etmesi ve bizi doğru tarihle buluşturmasıdır. Dolayısıyla bu eseri de bu yönde iyi bir hizmet veriyor. Tarihimiz konusunda kafası karışık olanlar ve net cevaplara erişmek isteyenler, bu eseri bir an önce okumalı ve bilhassa sosyal medyanın marifetiyle hızla yaygınlaştırılan vahim hataların doğrusunu görüp öğrenmeliler. Eserde cevapları kesin olarak verilen bazı sualler şunlardır: “Osmanlı Devleti ne zaman kuruldu?”, “Osmanlı, İmparatorluk mu idi?”, “Osmanlı’nın Cihan Hâkimiyeti Rüyası nedir?”, “Osmanlının hedefi hilafet mi idi?”, “Osmanlı padişahları hacı oldular mı?”, “Osmanlılar, kardeş katlini kimden öğrendiler?”, “İkinci Murad, tahta niçin 12 yaşındaki oğlunu bıraktı?”, “İstanbul’un fethiyle Yeniçağ başlamış mıdır?2, “II. Bâyezid-Cem mücâdelesi nedir?”, “Anadolu’da Şiilik niçin yayıldı?”, “Kânunî SultânSüleyman, Fransa’ya kapitülasyon verdi mi?”, “Cezayir ne zaman Osmanlı Devletine katıldı?”, “Fransa’nın hangi şehri, beş vakit ezân sesi dinledi?”, “Osmanlı Devleti’nin Hind Okyanusu’nda ne işi vardı?”, “Kıbrıs niçin fethedildi?”, “Sultan Dördüncü Murad nasıl bir padişahtı?”, “Lâle Devri’nde neler oldu?”, “Vak’a-yı Hayriye nedir?”, “Sultan İkinci Abdülhamid devrinde neler oldu?”, “İttihad ve Terakki Cemiyeti neler yaptı?” Bunun gibi merak çeken 101 sorunun cevabı... Maksudoğlu Hoca, pratik, üslubu akıcı ve çok faydalı eseriyle sadece soruları cevaplandırmakla kalmıyor, dil, tarih ve kültür sahalarında sağlam bir tavır koyarak bizi hem aydınlatıyor, hem de tarih şuuru kazanmamıza vesile oluyor. Aziz hocamıza binlerce teşekkürler…