İlk kitap demek ilk heyecan demektir. Kitabın büyülü dünyasına giriştir bir nevi… Heyecan, stres, titizlik, panikleme aklınıza gelen hangi hâl varsa o yaşanır ilk kitapta. Bu hâleti yaşamış birisi olarak Rukiye Aydın hocamızın kitabını elime aldığımda bunları düşündüm ilk olarak. Sonra âdet edindiğim üzre kitap ile ilgili açıklama metnini okudum. Zira elimdeki kitap hakkında ısınma babından bir rehber olarak gördüğüm bu yazıları her zaman önemsemişimdir.

Kitabın arka kapağında şunlar yazıyordu: “Rukiye Saran Aydın, Beli Bükük ile Mezar Taşı’nda, bir gölgenin aslıyla birlikte geçirdiği ömrünü, başakların nice badireler atlattığı hâlde umutlarını kaybetmeyişini, akasyanın yıllar sonra ailesiyle birlikte eski dostuna kavuşma anını, savaş cehenneminden kaçarak göç ettiği ülkede çıkmaza saplanan ailenin dramını, sırtına yüklenen ağır bilgi çantasıyla beli bükülmüş bir gencin büyük sınava hazırlık sürecinde sorularla boğuşmasını, yaratılmışların sonsuz yolculuğunu anlatır.

Hız toplumunda fark edilmeyen ya da görmezden gelinen ince duyguların, düşüncelerin izini süren Rukiye Saran Aydın, gelenekle modern arasındaki kopuşu, görünenle görünmeyen arasındaki mesafeyi itinayla seçip öyküsünün merkezine yerleştirdiği kahramanlarla birlikte ortaya serer. Modern bireyin kendisiyle yüzleşmesini, aynaları değil kelimeleri kullanarak başarır.”

Bu metne göre elimde ciddi bir öykü kitabı bulunuyordu ve okumam da o denli özenli ve dikkatli olmalıydı.

Her ne kadar Rukiye Hanım’ın öykülerini dergilerde görsem de kitaptaki kısa hayat hikâyesini de okuyarak yazar hakkında bilgi de edindim. Aydın; 1955 Trabzon doğumlu, Edebiyat eğitimi almış ve (Diyanet’ten) emekli bir memurdu. Eşim de Trabzonlu ve Diyanette Kur’an hocası olunca kendimce Rukiye Hoca ile aramızda kalbî bir akrabalık kurup kitabı okumaya başladım.

Kitabın okuması bittiğinde bu kez kitap hakkında Mustafa Uçurum, Muhammed Işık, İlkay Coşkun ve Nuray Alper’in yazmış oldukları yazıları okuyup kitap hakkında bende kalan izlenimler ile bu yazılanları mukayese ettim.

Kitap, Rukiye Hoca’nın ilk kitabıydı ama Muhammed Işık’ın da belirttiği gibi bu kitap, yalnızca bir başlangıç değil, aynı zamanda bir zamanın, bir ömrün ve yılların birikiminin şahitliğiyle şekillenen öykülerden müteşekkil bir kitaptı aynı zamanda.

Hece Yayınları arasından Mart 2024 tarihinde çıkan 144 sahifelik Beli Bükük ile Mezar Taşı’nda 19 öykü bulunuyor. Kitabın ilk öyküsü olan “Aslımla Ben”, bir piknik esnasında kendisinin bir iç beni/dünyası olduğunu fark eden ve kendi iç beni ile konuşan bir kişiyi anlatıyor. Bu öyküde beni sarsan bölüm ise insanın hayatın hayhuyları arasında kendini unutmasına dair olan bölümdü. Hatta şu diyaloğu paylaşmak isterim.

“Ona, “Hayatımız boyunca sen beni çoğu kez unuttun, beni görmedin, ama ben senin hep yanındaydım, seni hiç terk etmedim, unutmadım.” dedim. Uzun yıllar beni unuttuğu için üzgün olduğunu, onu affetmemi istediğini, tekrar karşılaşmamıza sevindiğini söyledi. Onu hiç unutmadığım ve yanından ayrılmadığım için bana minnettar olduğunu da ekledi.” (s.14)

Peşinden Gelin isimli öykü geliyor. Bu öykü de evladının mürüvvetini görmek isteyen bir anneye oğlunun aldığı ve adını da “Gelin” koyduğu elektronik bir süpürgenin öyküsü anlatılıyor. Tabi yazar bu öyküsünde bu elektronik gelinin diliyle anlatıyor öyküsünü. Yani bir nevi teşhis ve intak sanatını kullanıyor. Mustafa Uçurum’un da dediği gibi “tabiatı ve eşyaları konuşturmayı, onlara ses, soluk olmayı seviyor Aydın. Birçok öyküde görüyoruz bunu. Masalın, efsanenin hatta bir fablın sayfalarından sıyrılıp öykünün içine gizlenen bir ses bu.” 

“Bir Değişme(me) Masalı”nı okuduğunuzda Ashab-ı Kehf’in öyküsünü okur gibi oluyorsunuz. Oysa bu öykü, bildiğimiz Yedi Uyurlar kıssasının ötesinde adına modern dediğimiz bu çağın iç burkan öyküsüdür.   

Kitabın üzerinde durulması bir diğer öyküsü ise “Kutlu Göç” hikâyesi… Her ne kadar olay kahramanlarının ismi geçmese de bu öykü Yusuf Has Hacip’in yazdığı Kutadgu Bilig eserinin ülkemize getiriliş serüveni ve bir sahafta sergilenip Ali Emiri Efendi tarafından alınış öyküsünü anlatıyor.

Kitaptaki her öykü ayrı ayrı incelenmeyi ve hakkında konuşulmayı hak ediyor. Ancak bu yazımızda hem sayfamızın bize sağlandığı imkânları da göz önünde tutarak hem de amacımızın kitabı okurlarımıza tanıtmak olduğundan bu işi müstakbel okuyuculara bırakmayı uygun gördük. 

Okuduğum ilk öykülerden sonra bende uyanan ilk izlenim Rukiye Saran Aydın öykülerinin akılda kalıcı olduğuydu. Aydın’ın öykülerinde sizleri arı duru bir Türkçe, sağlam olay örgüleri, mantıksal çerçevede falsosuz kurgular, bunaltmayan akıcı bir anlatım bekliyor. Nuray Alper’in de belirttiği gibi oldukça ilginç kurgulara ev sahipliği yapan metinlerin kimi durum öyküsünün imkânlarından faydalanarak şiirsel mesajlar taşır. Kimi öyküleri de olay öyküsü standartlarında olmasına rağmen post-modern tarza uyumlu metinler özelliğini taşıyor.

İlkay Coşkun’un da dediği gibi sonuç olarak okuyucu, okuma zevkini diri tutan yazarların neler yazdığının izini sürermiş. Çok başarılı bulduğum bu kitabı siz okurlarımıza da tavsiye ederken Rukiye hocamızdan yeni öyküler ve yeni kitaplar beklediğimizi de belirtmeliyim.