İyi kitaplar hayat yolculuğumuzda yolumuzu aydınlatan fenerler gibidir. Hal böyle olunca okuyanın zihnini ifsat etmek amacıyla yazılan kitaplar da yolumuzu karartma işlevine sahiptir diyebiliriz. Allah güzeldir ve güzeli sever düsturunca bizim işimiz iyilerle diyoruz ve iyi kitaplar üzerinden konuşmaya devam ediyoruz.
Güzel kitapları gönlü güzel, zihni fıtratının onu yönlendirdiği yönde çalışan güzel insanlar yazar. Bu güzel kitapları da yine iyiliği kendisine şiar edinmiş güzel yayınevleri okurla buluşturmak ve iyilikleri çoğaltmak adına yayınlarlar. İşte Hece yayınları da bu vazifesini ifa etme adına bizi güzel eserlerle, güzel dergilerle, gönlü güzel yazarlarla buluşturmaya devam ediyor.
Bugün sizlere geçtiğimiz mart ayında Genç Hece Yayınlarından çıkan Safiye Gölbaşı’na ait Mutluluktan da Fazla kitabını tanıtmaya çalışacağım.
Kitap, ilk bakışta etkileyici bir kapakla okuru karşılıyor. Hayat denizinin dalgaları arasında kitapların, dahası yazıların yelken olarak kullanıldığı bir sandal ile mutluluğa yelken açanlar resmedilmiş gibiydi. Kitabın kapağı, kitabın ruhuyla uyumlu bir tasarıma sahip.
Kitabın kapağını çevirince yazarın kısa bir özgeçmişi ile karşılaşıyoruz. Gölbaşı’nın 1982 yılında Muş’ta doğduğunu, babasının memuriyeti nedeniyle sürekli şehir şehir gezdiğini, eğitiminde bu nedenle hep farklı şehirlerde tamamlandığını öğreniyoruz. Yazar, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Anadolu üniversitesi Sosyoloji bölümlerini bitirmiş.
Gölbaşı'nın edebi serüveni, 2004 Mayıs'ında Turuncu dergisinde yayımlanan "Kuvvetli Yanılgı Sebebiyle" adlı ilk öyküsüyle başlamış. İlk öykü kitabı Serazat ise 2017 yılında Hece Yayınlarından çıkmış. Yazar, bugüne kadar üç öykü kitabı, bir çocuk romanı, üç masal kitabı çıkardığı gibi iki kitabında oluşumunda katkıda bulunmuş. Elimizdeki kitap ise yazarın ilk deneme kitabı olma özelliğini taşıyor.
Sayfaları çevirdiğimizde bu defa karşımıza bir ithaf sayfası çıkıyor. “Bana ayırdığı sayfalar için minnetle, ilk yayıncım Halise Çiftçiye…”
“Ben edebiyat dergilerine çok şey borçluyum. Uzun yıllar dergilerde öykü yayımladıktan sonra ilk kitabımı çıkardım.” diyen yazar, kitabını bir vefa örneği olarak onun ilk yazılarını Turuncu Dergisinde yayınlayan Halise Çiftçi’ye ithaf etmiş.
Kitabın içindekiler bölümüne geldiğimizde eserin “Havaya”, “Suya” ve “Toprağa” başlıklarıyla birbirinden ayrılan 14 farklı yazıdan oluştuğunu görüyoruz. Eski tabirle “Anasırı Erbaa” denilen hayatın temelini oluşturan dört unsurun üçü yazarın denemelerine bölüm ayracı olmuş. Her bölümün başlangıcında Sezai Karakoç’un Gün Doğmadan isimli toplu şiirlerinin bulunduğu kitaptan alınan mısralar yazarın Sezai Karakoç’a olan sevgisini ve ilgisini gözler önüne seriyor.
Kitabın ilk yazısı kitabın bölümlerini içeren bir başlıkla sunulmuş. “Havaya suya toprağa”
Yazıyı okumaya başladığımızda ilk önce bir öykü okuyor hissi verse de yazar burada okur ile içten bir sohbete dalmış aslında. Yazı; “19 Şubat/ İlk Kor, 26 Şubat/İkinci Kor ve 5 Mart/ Son Kor” alt başlıklarına sahip.
Bu yazıda Gölbaşı; çocukluğunun geçtiği dokuz evi, bu evlerden baktığı ve hayran olduğu gökyüzünün belleğinde bıraktığı izleri anlatmış. “Bugün, şehir evlerinin/apartmanlarının bizden en çok gökyüzünü çalmalarına üzülüyorum.” (s.12) cümlesi bu izlerin ne kadar derin olduğunu gösteriyor.
İkinci kor bölümü ise kitaplarla başlıyor: “Kitaplar insanların en iyi arkadaşıdır. Eksik bir önerme. Kitaplar evet bazen en iyi ama bazen de tek arkadaşıdır insanın. Ben de onlardan biriydim. Uzun yıllar ama çok yıllar yalnızca kitaplarla arkadaşlık ettim. Hiç pişman değilim.” (s.13)
Yazarın kitaplar ile kurduğu dostluk öylesine güçlü ki bir sinema filmine gidip filmi beğenmeyince sinemadan çıkıp çantasındaki kitabı okumaya başlaması bunun en çarpıcı kanıtı…
Yazının üçüncü bölümü olan “Son Kor” ise yazarın eşinin “toprak tabiatlı” olduğunu belirttiği cümlelerle başlıyor. “Herkesin hayatında bir toprak insan olmalı.” diyen yazar eşinin tabiatını topraktan almış olmasının kendisi için büyük bir nimet olduğunu vurguluyor. Bunun nedenini de toprak tabiatlı insanların özelliklerini sayarak şöyle açıklıyor: “Yadırgamadan dönüştüren, sessizce iş kotaran, gösterişten uzak, her zaman vakur, sırları kâmilen tutan, cömert, müşfik, verimli bir insan...” (s.15)
İlerleyen satırlarda ise bunca özelliğine ve önemine rağmen şehir hayatının toprağa olan umursamazlığı ve hatta onu yok etmeye çabası betimleniyor: “Toprak, şehir hayatında üstü ivedilikle örtülmesi gereken, neredeyse utanılacak bir şeye dönüştü.” (s.15)
Yazı, yazarın babasının ölümü ve toprağa verilişi esnasında hissettiği iç burkan duygular ile devam ediyordu: “Bu keder çok büyüktü, yabancısıydım onun. Bir dağ üzerime doğru geliyordu sanki. Ben çok küçüktüm, babam da acısı da benden çok çok büyüktü, kaçınılmaz şekilde ezilecektim…” (s.16)
Kitabın ikinci yazısı ise “Her Anne Bir Mucize” başlığını taşıyor. Yazara göre anne olmak paha biçilemez bir tecrübeydi. Yazar, kitabın ilerleyen bölümlerinde de anne mevzuunu tekrar ele alıyor. “Anneler ve Çocukları, Yazan Dostoyevski” başlığını içeren yazı da hayli ilginç. Yazar bu yazının başlığını neden böyle koyduğunu “İkinci çocuğunu kucağıma aldığım bu günlerde Dostoyevski ve Baba’dan ziyade “Dostoyevski ve Anne” başlığını açtım.” diyerek açıklıyor.
Gördüğü şeyleri yorumlayış şeklinin ve yaşadıklarından anladıklarının onu usul usul yazının kıyısına ittiğini belirten Gölbaşı, anlatmanın hem tabii hem vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğuna inanıyor. İşte bu inançla okuru ile sağlam bir bağ kurarak duygularını, hayat tecrübelerini anlattığı “Mutluluktan da Öte”; okunası, güzel bir kitap olmuş.