Değerli okurlarım Türkiye’nin gündemi çok değişken tam bir konuya odaklanıyorken bakıyorsunuz başka konu gündeme geliyor. Geçen haftada böyle oldu tam israil İran savaşı bitti, rahat bir nefes alalım derken bu sefer ülkenin değişik yerlerinden yangın haberleri gelmeye başladı. Yaz aylarının başlamasıyla birlikte ormanlarımızda yangın riski arttı. Ormanlarımız milyonlarca canlının yaşam alanı olurken, bakıyorsunuz kendini bilmez bir müptezelin ihmali sonucunda ormanlarımız yanıyor. Haziran ayı verilerine göre, çıkan yangınların neredeyse tamamının insan’dan kaynaklandığını görmek hem çok üzücü hem de düşündürücü.
Toplamda bir haftada 778 orman yangını, yeşili yok edip toprağı kapkara bir harabeye çevirdi. Bu da bize şunu gösteriyor, ormanlarımızı en çok insan eliyle biz yakıyoruz. Üstelik çoğu zaman bu ihmaller, “Aman bir şey olmaz” diyerek ya da “Herkes yapıyor” rahatlığıyla gerçekleşiyor. Sonra haftalarca süren yangın haberleri, can kayıpları, kül olan ormanlar, yok olan ekosistem gündemimizi meşgul ediyor.
Duydunuz mu? Yastıkta kene gördü diye yastığı ateşe verip ormanı yakan müptezeller var bu ülkede! Piknikte ateşini söndürmeyip binlerce ağacı kül eden caniler, anız yakayım derken köyü alevlere teslim eden cahiller, sigarasını ormana atıp memleketi yakan aşağılık insanlar var… bunların hepsi insan eliyle oluyor. Bir kibrit çöpü kadar düşüncesizlik, milyonlarca canlının yaşamını yok ediyor.
Ve her yaz aynı haberlerle karşılaşıyoruz. Orman yangını başladı, rüzgarla yayıldı, itfaiye yetişemedi, uçaklar nerede… Peki biz neredeyiz? “Bana bir şey olmaz” rahatlığıyla kendi ellerimizle ateşin fitilini yakıyoruz. Sadece doğayı değil, geleceğimizi de yakıyoruz. Ajanslardan gelen haberlere göre Türkiye 5 Temmuz’dan itibaren yeni bir sıcak hava dalgasının etkisi altına girecek daha dikkatli olmalıyız.
Bir yandan da deprem gerçeğiyle yaşıyoruz. Yangınlar devam ederken, Gemlik’te deprem oldu; şükür ki can kaybı ve hasar yok. Ama bu, fay hatları üzerinde kurulu şehirlerimizde her an büyük bir felaketle karşılaşabileceğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Kaçımız evimizin sağlamlığını kontrol ettirdik? Kaçımız kentsel dönüşüm için adım attık? Türkiye’de binaların %60’ının deprem yönetmeliğine uygun olmadığı tahmin ediliyor. Yani binlerce bina, şiddetli bir sarsıntıda enkaza dönüşmeye hazır.
Yangın da, deprem de bu ülkenin gerçeği. Ama her ikisini de felakete çeviren yine biziz: Ormanda sorumsuzca ateş yakan da, deprem riski yüksek binada oturup “Allah korur” diyerek bekleyen de yine biziz.
Afet öncesi önlem almak devletin olduğu kadar vatandaş olarak bizim de görevimiz. Yangını önlemek için ateş yakmamak, yakıyorsak tamamen söndürmeden oradan ayrılmamak, sigaramızı ormana atmamak… Depreme hazırlanmak için evimizin kolon ve kirişlerini kontrol ettirmek, binamız riskliyse güçlendirmek veya kentsel dönüşüme başvurmak… Bunlar sadece kendimiz için değil; çocuklarımız, torunlarımız ve doğamız için de bizim sorumluluğumuz.
Değerli okurlarım unutmayalım: Afetlerden dövünmek ah vah etmek çözüm değil, afetlerden önce tedbir almak zorundayız. Gelişmiş bir toplum, sadece teknolojisiyle değil, insanlarının kurallara uyma ve ortak yaşam alanlarına sahip çıkma becerisiyle öne çıkar.
Bu nedenle ormanlarımızı, evlerimizi ve hayatımızı korumak istiyorsak, “Bana bir şey olmaz” anlayışından kurtulmak ve önlem alma kültürünü hayatımıza yerleştirmek zorundayız. Başka Türkiye yok; eğer aklımızı başımıza almazsak ormanlarımızı küle,evlerimiz ise taş yığınına döner.