Aslında bu hafta borsa hakkında yazmayı planlıyordum. Yabancı yatırımcılarla alakalı kafama takılan hususları yazımın içerisinde tartışmak ve yazılarımı ilettiğim, görüşlerine kıymet verdiğim yakınlarımdan bu vesile ile konuyla ilgili fikirlerini öğrenmek istiyordum. Fakat gazetede BIST1OO’deki reel kayıpları detaylandıran bir haberi baştan sona okuduktan sonra içimiz hepten sıkılmasın diye vazgeçtim.
33 endeksinden 21’i zararda olan; nominal artışı %15’te kalmış, enflasyondan arındırılmış haliyle net %12 kayıpta olan, bankacılık endeksi bile yerlerde olan bir borsayla ilgili yabancılarla alakalı ne yazılabilir ki…
Gerçekten çok üzgünüm. Borsa dersinden zayıf aldık ve insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük teknolojik sıçramasının eşiğinde sınıfta kaldık. Bizimle aynı ligde olan gelişmekte olan ülkelere para yağarken borsadaki yabancı oranımız %36 ile yerlerde.
Borsa için diyeceklerim bu kadar. Biraz da psikolojik pansuman yapalım. En çok kaybedeni andığımıza göre şimdi bir de en çok kazananların dünyasına bakalım. Bu sene o dünyanın yıldızları altın-gümüş ikilisi oldu. İnsanlığın kadim paraları dünyanın içine girdiği belirsizlikte doğrudan doğruya merkez bankalarında tonlarca ağırlıkları ile göreve çağrılınca bu mesaj türünün tarih boyunca ne anlama geldiğini çok iyi bildiklerinden grafiklerden taşarak vazifelerine koştular.
Sadece merkez bankaları değil, elbette. Bankalar, fonlar, metal borsaları, yani tüm profesyoneller de mesajı aldılar.
“Peki, ya halklar?” derseniz, doğu milletlerinin tamamının bu iki madene düşkünlüğünü bilmeyen yok. Çok şükür, altın açısından ülkemizde de bu kültür çok güçlü bir şekilde yaşatılıyor.
Fakat kerametin sadece altında olmadığını ancak gümüş fiyatlarındaki yarım asır sonra gerçekleşen çılgın artıştan sonra kavrayabildik.
Sanayideki kullanımın etkisi ve yarım asırdır sırtında taşıdığı türev piyasaların sentetik baskısından zamanın şartlarının uyumu sayesinde azıcık da olsa kurtulması sayesinde bu noktalara sıçrayan gümüşünkinden çok daha heyecanlı hikayeler yazmaya aday metaller var aslında.
Onları da büyük sıçramaları kaçırdıktan sonra fark edeceğiz muhtemelen.
Yine de ben belki dikkate alınır diye en azından bu yazının okurları için, çoğunun adını altın-gümüş kadar iyi bildiğimiz ve önümüzdeki üç sene içinde adlarını aklımıza kazımaya aday olan metaller hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.
Bu yeni dönemde en stratejik metal açık ara bakır olacak gibi geliyor. Bakır artık klasik anlamda bir sanayi metali değil; elektrikleşen dünyanın temel taşı. Yapay zeka veri merkezleri, yalnızca işlem gücü değil devasa elektrik altyapısı gerektiriyor. Güç dağıtım sistemleri, trafolar, kablolama, soğutma altyapısı ve iletim hatlarının tamamı bakır tüketiyor. Elektrikli araçlar, hızlı şarj istasyonları ve yenilenebilir enerji entegrasyonu da bu tabloya eklenince bakır talebi geçici değil yapışkan hale geliyor. Arz tarafında ise yeni büyük maden yatırımları hem çevresel izinler hem finansman maliyeti hem de sosyal lisans sorunları nedeniyle gecikiyor. Bu dengesizlik, bakırı önümüzdeki yıllarda yüksek ve oynak bir fiyat bandına mahkum ediyor.
Bakırın hemen ardından alüminyum geliyor. Alüminyum çoğu zaman sıradan görülüyor çünkü günlük hayatın her yerinde. Oysa alüminyumun kaderini belirleyen şey talep değil, enerji maliyeti. Alüminyum üretimi elektrik yoğun bir süreç ve enerji fiyatlarındaki her oynama doğrudan arzı etkiliyor. Avrupa’da enerji maliyetleri yükseldiğinde kapasite kapanıyor, üretim başka coğrafyalara kayıyor. Buna bir de karbon sınır mekanizması gibi düzenlemeler eklendiğinde alüminyum artık sadece fiyatla değil karbon iziyle de değerlendiriliyor. Hafifleme ihtiyacı, otomotiv dönüşümü ve geri dönüşüm döngüsü talebi desteklerken, enerji ve regülasyon kaynaklı arz kısıtları fiyatları yukarı iten temel faktör haline geliyor.
Üçüncü sırada kalay var ve bu metal neredeyse sistematik biçimde gözden kaçıyor. Oysa kalay, elektronik çağının görünmeyen omurgası. Çipler, devre kartları, güç elektroniği ve veri merkezlerinin donanımı kalaysız çalışmıyor; çünkü lehim sürecinin ana girdisi kalay. Yapay zekâ yatırımları arttıkça donanım sayısı, donanım karmaşıklığı ve bağlantı noktaları çoğalıyor; bu da kalay talebini büyütüyor. Kalay piyasası dar ve arz esnekliği düşük olduğu için talepteki küçük artışlar bile fiyatı sert yukarı taşıyabiliyor. Teknoloji çağının büyümesi kalay için sessiz ama güçlü bir fiyat baskısı yaratıyor.
Dördüncü güçlü aday uranyum. Metal tanımı tartışmalı olsa da stratejik emtia olarak aynı ligde oynuyor. Yapay zekâ ve veri merkezleri büyüdükçe kesintisiz baz yük ihtiyacı yeniden gündeme geldi. Nükleer enerji, karbon hedefleri ve enerji güvenliği nedeniyle tekrar meşruiyet kazanıyor. Reaktör ömürlerinin uzatılması, yeniden devreye almalar ve küçük modüler reaktör projeleri talebi artırıyor. Buna karşın arz tarafı yıllarca düşük fiyatlar nedeniyle yatırım görmedi. Yeni üretim kapasitesi zaman alıyor ve bu gecikme uranyum fiyatlarını yapısal olarak yukarı taşıyabilecek bir zemin oluşturuyor.
Beşinci sırada platin yer alıyor. Platin uzun süre otomotiv katalizörüyle anıldı ve bu algı yüzünden değeri eksik okundu. Oysa hidrojen ekonomisi ciddiye binmeye başlarsa platin bambaşka bir rol üstlenecek. Elektrolizörler, yakıt hücreleri ve bazı kimyasal süreçler platin olmadan çalışmıyor. Hidrojen yatırımlarının endüstriyel ölçeğe geçmesi durumunda platin talebi spekülatif değil yapısal hale gelir. Burada risk zamanlama ama stratejik önem de giderek artıyor.
Altın ve gümüşün gölgesinde kalan ama jeopolitik açıdan çok daha sert hareket edebilecek bir grup ise kritik savunma metalleri. Antimon, tungsten ve benzeri metaller küçük piyasalar olmalarına rağmen savunma sanayi, enerji güvenliği ve özel alaşımlar için vazgeçilmez. Bu metallerde üretim birkaç ülkeye sıkışmış durumda ve ihracat lisansları ya da siyasi kararlar fiyatları bir anda sıçratabiliyor. Piyasa derinliği düşük olduğu için şoklar hızlı ve sert oluyor; bu da bu metalleri sürpriz aday haline getiriyor.
Sürpriz olarak da vanadyum ve manganez var. Vanadyum, hem yüksek dayanımlı çeliklerde hem de şebeke ölçekli enerji depolama çözümlerinde potansiyel taşıyor. Enerji depolama altyapısı büyüdükçe vanadyum klasik metal olmaktan çıkıp enerji metali kimliğine bürünebilir. Manganez ise batarya kimyalarında yeniden öne çıkıyor. LFP hâkimiyeti sürse bile üreticiler maliyet ve performans dengesinde yeni formüller arıyor; bu da manganezi stratejik hale getiriyor.
Artık şunu anlamak lazım. Dünya birkaç blog etrafında çok kutuplu bir yöne evriliyor ve yarış en baştan başlayacak. Ama ticaretle ama çatışmayla ve hatta savaşla… Fark etmeksizin ikisinde de dünyanın bu madenlere eskisinden çok daha fazla ihtiyacı olacak.
O zaman gelene kadar da metallerde yeni dönem fiyat döngüsü dönemi değil, erişim ve kontrol dönemi. Arzın coğrafi olarak yoğunlaşması, çevresel ve siyasi izin süreçleri, karbon düzenlemeleri ve güvenlik kaygıları metallerin değerini klasik emtia mantığının ötesine çoktan taşıdı. Önümüzdeki yıllarda küresel dengelerde her şey bugünkü ile aynı olsa dahi, bu haliyle bile artık fiyatları belirleyen şey sadece ton başına maliyet değil; kimin erişebildiği, kimin işleyebildiği ve kimin stoklayabildiği olacak.
Yazının burasına kadar sabrettiyseniz, iyi bir kitap önermek isterim. Dani Rodrik’in Daha Adil, Daha Makul isimli çalışması, küresel ekonomi düzenindeki işleyişin çok daha verimli ve insanlığa faydalı hale gelmesi adına, üretilen veya alternatif gösterilen politikalara ilişkin eleştiri ve değerlendirmelerini içeren, muazzam bir eser.
Aklınızın bir kenarında dursun…