Din hariç her şeyin görünür kılındığı bir çağda, modernitenin ateşinde yavaş yavaş piştiğinin farkına varamayan insan, icat ettiği sınırsız araca rağmen ruhsuz, amaçsız bir hayatın buharı ve buhranları ile mücadele ederken yaşadığı kendinden kopuşu “hayat” zannetmektedir.

Modernite bu insan tipini oluşturmak dini, hayatın içinden söküp atmak amacıyla hem araçları hem de onları masum gösterecek kitle iletişim araçlarını tasarlayarak insanı uyuşturdu. Göz önüne getirilen her yeni şey dinin daha fazla göz ardı edilmesini sağladı. Dinin insanı insan eden, hayatın bir anlamı olduğunu sorgulatan yönü ile sıratı müstakime eriştirecek ve istikamette tutacak yanı göz önünden hızlıca kaldırılırken dini ritüeller hiç olmadığı kadar görünür kılındı.

“Dinin izafileştirilmesi” dediğimiz bu durum, insan için ileri derece çürüme belirtisi fakat insanın başına gelebilecek en kötü şey bu değil. Çünkü bir hakikat olarak gönderilen Kur’an-ı Kerim’in ve onun hayat bulmuş hali sünnetin insana dosdoğru bir istikamet çizdiğine dair inancın zayıflaması sadece Müslümanların değil insanlığın da felaketini hazırlıyor.

Bir amaç için yaratılmış insanın pusulası olan din izafileştirildiğinde doğru yolu bulmak da imkânsızlaşmaktadır. Diğer bir değişle ancak insana hayat veren, Hayy (cc) olanın nizamında  “genel geçer bilgiler” vardır ve bunun tek referansı da Kur’an ve Hz. Muhammed’in (sav) sünnetidir. Dolayısıyla insan tahrif ve tahrip edilmemiş din olan İslam olmadan cihanşümul ve mutlak doğruyu bulamaz. İnsanın bir rehbere ihtiyaç duyduğunun ve o rehberin hakikat bilgisini içermesi gerektiğinin bilinmesine rağmen din izafileştirilmekte, Müslümanlar ise buna razı göstermektedirler. Çünkü insanın ancak hakikat bilgisinin peşini bıraktığında dilediği gibi özgür yaşayabileceği inancı; dinin, dünyanın kölesi olmayı engelleyen ve ruhu ebediyen özgürleştiren dünyevi/uhrevi inancı karşısında insana daha cazip gelmektedir.

Dinin izafileştirilmesi, hem insan için cihanşümul, kesin bilgi ve normların olmayacağı hem de bu norm ve bilginin her zaman değiştirilebileceği anlamına gelmektedir. Bu durumda herkes her istediğini yapacak şekilde yaşamını düzenler hale gelebilecektir. Diğer yandan hayatın içindeki dinin görünürlüğünün azaltılması kent insanının içindeki abı hayat suyunun çekilmesine, ruhunda devasa obrukların açılmasına neden olmaktadır. İnsan, kendini asli hedefine götürecek hakikatini yitirmekte ve kentin büyük mabetlerinde yaptığı küçük ritüellerle yavaş yavaş buharlaşmaktadır. Fakat din öyle sinsice izafileştirilmektedir ki bu ritüelleri yapan insan dini tüm gereklilikleri sanki en iyi şekilde yerine getirmiş gibi “huzurla” yaşayabilmektedir. Bu durum, dünyevileşmiş ve hata yapmaya meyilli yaratılmış insana geniş imkânlar (!) tanımaktadır.

İslami duyargaların hassasiyet ayarı azaltıldıkça toplumda ciddi kaymalar, heyelanlar vuku bulmaktadır. Akideyi yok eden, dini izafileştiren en etkili araçlar olan sosyal medya, internet, TV, sinema, edebiyat vb. karşısında Müslüman savunmasız kalmakta; mutlak hakikatin rehber edinilmediği küresel düzene öfkeli bakışın, karşı duruşun sivri kenarları yumuşatılmaktadır.

Yaşadığımız çağ, dine hiç dokunulmuyormuş gibi gösterilmesine rağmen içindeki tüm araçlarla aslında sadece dinimize saldırmaktadır. Ne yazık ki Müslümanlar yukarıda belirtilen iki inanç arasında tercihini yapmış görünmekte ve dünyanın içinde bulunduğu durum bunu teyit etmektedir. Hal böyle olunca, dinin hayatın içerisinden çıkartıldığı, izafileştirildiği, insanın hakikat yolundan saptırıldığı, ritüellerin dinin önüne geçtiği, akidenin unutulduğu bir dinin uygulayıcıları olarak “huzurla” ve “hayatı öldürerek” yaşamaya devam ediyoruz.