Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.77
Gram Altın
2505.70
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

04 Haziran 2023

​Kapanmayan yara: Sermaye birikimi

Osmanlı İmparatorluğu’nda Fatih Sultan Mehmed devrinden itibaren hanedana diğer Türk ailelerin güç kazanıp rakip oluşturmaması için sadrazamlık makamıma asırlarca devşirmelerin getirildiğini biliyoruz. İmparatorluk toprakları doğrudan hanedana ait olduğundan ve toprak sisteminin sahiplik üzerinden değil kullanım hakkı üzerinden dağıtılmasından ötürü ancak yüksek rütbeli asker ve devlet görevlilerinin ön plana çıkabildiği, onların da mülkün sahibi değil kullanıcısı olabildiği bir sistemden bahsediyoruz.

Hanedan mensupları harici kimsenin toprak sahipliği çerçevesinde alt soylarına geçirebileceği bir zenginliğe ulaşamadığı, ancak görevde olan yüksek rütbeli asker ve devlet adamlarının kullanım hakkı çerçevesinde bir zenginlik oluşabildiği, onu da alt soylarına biriktirilebilir ve büyütülebilir şekilde aktaramadığı, aktarsa dahi çoğu gayrimüslim olan devşirmelerin Osmanlı topraklarında güçlü bir aile oluşturmalarının mümkün olmamasından ötürü kalıcı bir sermaye birikiminin ortaya çıkamadığı bir denklem düşünün.

Batı’da, özellikle de Fransa ve Almanya’da bu toprak sahipliği üzerinden oluşan ve asırlar sonra bu ülkelerdeki iktisadi devrimlerde ciddi rol oynayan, bahsi geçen sermaye birikimi Osmanlı’nın o dönemin şartlarında makul gözüken, 19.yüzyılın ortalarına kadar devam eden ve sonunda ülkeyi başta sanayi devrimi olmak üzere dünyanın kabuk değiştirdiği dönemlerde çok zayıf bırakan bu uygulaması yüzünden bizim topraklarımızda oluşamadı…

Toprak sahipliği merkezli oluşturulamayan bu sermaye birikimi ticaretle de oluşturulamadı. Yine aynı düşünce çerçevesinde sarraflık ve uluslararası ticaret Ermenilere, Levantenlere ve Yahudilere bırakıldı. Ülkenin kaderini değiştirecek kadar önemli olan bu alanda Türkler varlık gösteremediler. Uzak tutuldular. Hasılı İngiltere ve Hollanda da ticaret ve sarraflıktaki gelişmelerle oluşan sermaye birikimi de bu topraklarda Türkler lehine oluşmadı. Yine başta sanayi devrimi olmak üzere dünyanın kabuk değiştirdiği dönemlerde çok zayıf kaldık.

Sermaye birikimi oluşmadığından teknolojiden, bilimden ve daha nice gereklilik ve yenilikten uzak kalan imparatorluğumuzu paramparça edip bizi bir dönmesi imkansız olan bir lige attılar. Öyle bir yere düştük ki durumumuzun en net pozisyonu İzmir İktisat Kongresi’nde ortaya çıktı. Ülkeyi yeni baştan kurmak ve yeni bir iktisadi düzenin tesisinde rol almak için hazır tek bir sermaye sahibi aile yoktu. Mecburen devlet kolları sıvadı. Hal böyle olunca da yeni cumhuriyetin ekonomisini, kaynaklarının paylaşımını ve dolayısıyla siyasetini belirleyecek klikler oluştu. Bu kliklerin hataları ve dünyadaki tüm gelişmelere rağmen bu imtiyazı çağ dışı şekilde ellerinde tutma arzuları yüzünden ülke krizler ve darbeler ülkesine dönüştü. Makas değiştirmek ve farklı bir kompozisyon oluşturmak için her iktidar sermaye birikimine sahip aileler oluşturmak için çabaladı. Fakat on yılda bir karşılaşılan darbeler sebebiyle bu kadar kısa zaman aralıklarında katma değer üretecek derecede büyük sermayelere sahip ailelerin oluşması mümkün değildi. En hızlı gelişim gösterilen alanlara inşaat-taahhüt işlerine yönelindi. Ne yazık ki çok partili hayattan sonra desteklenen ailelerin %5 denecek kadar azı 2000 yılına kadar ayakta kalabildi. Ayakta kalanların da çoğu sanayi-ticaret erbabıydı. İnşaat-taahhütle hızla büyütülenlerin hiçbiri üç nesil ayakta kalamadı. Zaman ve kaynak israfı oldular. Yakaladıkları fırsatı sanayide var olmaya katma değerli ürün üretmeye kanalize edemediler.

Dolayısıyla 2000’li yılların başına kadar süren ve ülkemizin 50 yılında ekonomi planlarında yer alan ithal ikameci politikalar hep başarısız oldu. Yeterli sermayenin olmayışı sebebiyle tekniğe, bilime, ilerlemeye uzak kaldık. Uzun vadeli ve yatırıma kanalize edilecek dış borçlara ihtiyaç duyduk. Ülkenin dış politikası duruşu nedeniyle hep Batı’dan bekledik. Hiçbir zaman yeterli derecede bulamadık. Aldığımız diğer borçlar da çoğu zaman yaralara derman olmak yerine iç siyasetteki karışıklıklar nedeniyle başımıza bela oldu. Enteresan bir cenderenin içinde yıllarca debelenip durduk.

Bugün ise durum çok farklı. 2000’li yıllarla beraber Batı’nın yaşadığı problemlerden ötürü gelişmekte olan ülkelere akan sermayeden faydalanıp gerçekleştirdiğimiz müthiş altyapı çalışmalarıyla Türkiye bambaşka bir noktaya geldi. Değişen dış politika ile ülkeye yatırım yapanların çeşitliliği arttı. Bir çok kritik sanayi sektöründe önemli ilerlemelere sebep olan teknik bilgi elde edildi ve inovasyon çalışması gerçekleştirildi. İnsanımızın iktisadi meselelere bakış açısı değişti. Bir sürü problemimizin varlığı arasında ortaya çıkan bu gelişmeler ülkemiz adına büyük atılımların hayata geçmesine neden oldu.

Tüm bunlarla beraber dünya çapında yaşanan ve yakın geleceğimizde için küresel nizamın değişeceğinin habercisi olan olaylar, ülkemizin gelişim hızını maksimuma çeken sermayenin kendi topraklarına dönmesine neden oldu. Türkiye yine aynı kanayan yarası ile karşılaştı: Sermaye Birikimi…

Bahsettiğimiz tarihsel karşılaştırmalar çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti babasından kendisine maddi anlamda zorluklarla beraber büyük bir nam, itibar, onur ve potansiyel miras kalan son derece zeki, çalışkan ve cesur bir gence benziyor. Babasından çok daha güçlü ve etkili olması için ihtiyacı olan en önemli şey sermaye. Onu kazanmanın yolu sabırla, disiplinle, zekice bilimin ışığında çalışıp başka kimselerde olmayan katma değerli ürünler üretmekten ve bunu gerçekleştirecek insan kaynağını en iyi şekilde eğitip yetiştirmekten geçiyor.

Aksi takdirde bizi başımızı bir kere dahi olsun kaldıramamamız için attıkları bu alt ligden, bizi buraya atanların yardımı ya da yönlendirmesi ile çıkmaya çalışmayı hayal etmek en büyük saflık olur. Bizim ekonomiden siyasete her şeyde artık bizim maddi kaynaklarımıza, bizim insan kaynağımıza, bizim sosyolojimize ve bizim tarihimize yani mirasımıza göre plan yapmamız, yeni formüller üretmemiz lazım. Başkasının yol tarifi ile Türkiye 2000’li yıllara kadar aynı yerde dolanıp durdu. Dünya değişip gelişirken hep kaybetti. Şimdi yine onların yöntemlerine dönüp dejavu yaşamak bana hiç makul gelmiyor…