Son günlerde Hicaz Demiryolu’nun yeniden ihya edileceği haberlerini okuyoruz. Bu girişim sadece yüzyıl önceki bir ulaşım projesinin ihyası değil, İttihad-ı İslam’ın yeniden tesisi için çok önemli ve büyük bir adımdır.

Hicaz Demiryolu projesi, askeri, siyasi ve dini gerekçelere dayanmakla beraber Sultan Abdülhamid’in dehasını gösteren bir dünya projesidir. Buna eklenen Bağdat Demiryolu projesiyle, Osmanlı'nın İslam dünyasındaki itibar ve nufuzunu artıracağını, liderliğinin kuvvetlenerek devam edeceğini gören Batılılar, bütün güçleriyle bu yatırımlara engel olmaya çalışmışlardır.

Proje için yapılan teklifleri Mehmet Şakir Paşa'ya gönderen ve ondan gelen raporları inceleyerek kesin kararını veren Sultan Abdülhamid’in emriyle, Hicaz Demiryolu 1 Eylül 1900 tarihinde törenle resmen başlatıldı. İlk etapta Şam'dan Mekke'ye ulaşması planlanan demiryolunun daha sonra Cidde ve Akabe'ye bağlanması, hatta Yemen'e kadar uzatılması düşünülüyordu.

Sultan Abdülhamid barış siyasetinin gereği, demiryolunun adını "Hicaz" koyarak yapılış gayesini Müslümanların hac vazifesinin kolaylaştırılması olarak izah ediyordu. Çünkü Suriye yoluyla ancak bir buçuk ayda gidilen hac yolculuğu sadece beş güne inecekti.

Ama demiryolunun asıl önemi askeri alanda görülecekti. Asker, silah, cephane, erzak sevkiyatındaki kolaylık ve zaman kazanmanın avantajı, ancak Birinci Dünya Savaşı başladığında anlaşılacaktı. Sultan Abdülhamid’in Çanakkale Boğazı'nda yaptırdığı tahkimat, müstahkem mevkiler ve topçu bataryaları sayesinde, 1915'te bir destan yazıldığını unutmamak lazımdır.

Hicaz Demiryolu'nun o günkü maliyeti 4 milyon lira olarak tahmin edilmişti. O yılın devlet bütçesinin yaklaşık beşte birine denk olan bu meblağın hazineden karşılanması mümkün olmadığı için, bütün Müslümanlara bağış çağrısında bulunuldu. İlk bağışı 50 bin lira ile bizzat padişah yaptı. Onu devlet ricali takip etti. Memurlar birer maaşlarını bağışladı. Bu yardım kampanyası bir çığ gibi büyüdü ve bütün İslam âleminde yankı buldu.

Endonezya'dan Afrika'ya, Rusya'dan İran'a kadar bütün Müslümanlar bağış için adeta yarış halindeydi. Kurban derileri bile demiryoluna bağış olarak verildi. Böylece projenin toplam maliyetinin üçte biri bağışlardan elde edildi. Demiryolu inşaatında çoğunluğu Türk olmak üzere Alman, İtalyan ve Fransız mühendisler çalıştı. İşçiler ise askeri birliklerden temin ediliyordu.

Der'a Hayfa arasındaki bağlantı yolu dahil toplam uzunluğu 1464 km olan Hicaz Demiryolu 1908 yılında Medine'ye vardı. Menfaatleri zedelenen bazı bedevi çetelerin devamlı saldırılarına rağmen, 8 senede bitirilen demiryoluna, 1892 yılında açılan Kudüs hattı da bağlandı. Bir bütün olarak bakıldığında Toroslar'daki kesinti hariç, İstanbul Haydarpaşa ile Medine arası tren yoluyla birleşmiş oluyordu.

Birinci Dünya Savaşı’na kadar hac yolculuğu ve nakliyat için kullanılan trenler, savaş başlayınca tamamen askeri sevkiyata tahsis edildi. 1916 yılında İngilizlerle anlaşarak Osmanlı'ya isyan eden Şerif Hüseyin ve oğulları, Lawrence gibi casusların teşvikiyle Hicaz demiryoluna devamlı saldırılar düzenledi. Buna rağmen Hicaz, Suriye ve Filistin cephelerine yapılan askeri sevkiyat, 1918 yılı Ekim ayına kadar trenlerle yapılmaya devam etti. Çöl kaplanı Fahreddin Paşa, Medine'den mukaddes emanetleri ve sivilleri bu demiryolu sayesinde İstanbul'a gönderdi.

Hicaz demiryolunun geçtiği Halep'ten başlayan ve Musul yakınlarına kadar yapılmış olan Bağdat Demiryolu ise, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla durdu. Bu demiryolu Bağdat'a hatta Basra'ya kadar uzatılabilseydi, savaşın Irak'taki seyri herhalde çok farklı olurdu.

Tarihi gerçekler elbette varsayımlarla değişmiyor ama eğer Sultan Abdülhamid 1909'da tahttan indirilmeseydi, yukarıda sözü edilen Hicaz ve Bağdat Demiryolu Projeleri 1914'ten önce tamamlanmış olacaktı. Osmanlı Devleti'nin böyle bir avantajla savaşa girmesini göze alamayan emperyalist güçlerin, tabii ki Sultan Abdülhamid'i tahttan indirmekten başka çareleri yoktu.