TBMM tarafından Libya'da asker bulundurma tezkeresinin 24 ay daha uzatılmasının onaylanmasından iki gün sonra Genelkurmay Başkanı Muhammed Ali el-Haddad ve Kara Kuvvetleri Komutanı Feyturi el-Gribil Türkiye’ye geldi. Çok önemli görüşmeler yaptıktan sonra ülkemizden ayrılırken bu elim kazanın meydana gelmesi çok üzücü ve düşündürücüdür.

İtalyanlara karşı verdiği mücadele sonunda 1951'de bağımsızlığını kazanan Libya, fakir bir çöl ülkesi iken 1959 yılında petrol rezervlerinin bulunmasıyla bölgenin en zengin devleti oldu. 1969'da Kral İdris'i devirerek işbaşına gelen Albay Muammer Kaddafi, 40 yıldan fazla Libya'yı idare etti. Ülkesindeki İtalya ve ABD üslerini kapatıp petrolü millileştirdiği için, batılı emperyalist güçler tarafından "tahammül edilmesi mümkün olmayan lider" olarak tanımlanmıştı.

Arap Baharı bahanesiyle 2011 yılında çıkarılan iç savaş sonunda, Nato kuvvetlerinin "insancıl müdahalesi" (!) ile devrilen Kaddafi, memleketi olan Sirte'de yakalanıp vahşice linç edildi. Osmanlı ve Türk dostu olan Kaddafi, Kıbrıs Barış Harekatı sırasında ülkemizi destekleyip askeri yardım sağlamıştı.

Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin, 2259 sayılı BM kararı ve 2015 tarihli Süheyrat Anlaşması ile meşruiyetinin tanınmasına rağmen, isyancı Hafter güçleri başlattığı iç savaş ile iktidarı ele geçirmeye çalıştı. Türkiye ile Libya arasında imzalanan "Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası" anlaşmasından sonra dengeler tamamen değişti.

Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH), 26 Aralık 2019’da Türkiye’den resmî olarak askerî destek talep etti. TBMM 2 Ocak 2020’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Libya’da görevlendirilme tezkeresini onayladı. Libya ile ilişkilerde son yıllarda farklı gelişmeler oldu. Halife Hafter’in oğlu Saddam Hafter’in Ankara’ya gelmesi, Ağustos 2025’te MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Bingazi’ye gitmesi ve Halife Hafter ile yaptığı görüşme ise bu sürece değişik bir boyut kazandırdı. TCG Kınalıada savaş gemisinin Bingazi Limanı’na demirlemesi ise, Türkiye’nin Libya’da bütüncül bir siyasi yapı vurgusunu açıkça göstermiş oldu.

Akdeniz’in kilidi konumunda olan Libya'daki tarihi sürece bir göz atalım.

İngiltere’nin 1882’de Mısır’ı işgal etmesiyle başlayan süreç, 20. Yüzyılın başında diğer Avrupa ülkelerinin de Kuzey Afrika’da sömürge sahibi olma heveslerini artırmıştı. Libya’yı gözüne kestiren İtalya, çeşitli bahanelerle 29 Eylül 1911 tarihinde Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. 20 Ekim’de Trablusgarp’a giren İtalyan ordusu, yerli halkın direnişiyle karşılaştı. Osmanlı Devleti'nin bu işgale askerî gücüyle karşı koyma imkanı olmadığı için, gayrı resmi olarak direnişi desteklemeye karar verdi.

Fakat Balkan Devletlerinin birleşerek, Batı Trakya’ya saldırmaları üzerine Osmanlı subayları İstanbul’a geri dönmek zorunda kaldılar. Bu tarihten sonra cephane ve erzakları azalan yerli kuvvetlerin savaşmaları çok zorlaştı. Balkan Savaşı yüzünden Osmanlı Devleti İtalya ile 18 Ekim 1912’de Uşi Barış Antlaşmasını imzaladı.

Ocak 1913’te Osmanlı kuvvetleri çekildikten sonra buradaki mücahitler direnişlerine devam ettiler. Temmuz ayında İtalyanlara önemli zayiat verdiren Müslüman kuvvetler, Sünusilerin direnişi ile moral kazandılar.

Libya Milli Mücadelesi Ömer Muhtar liderliğinde uzun yıllar devam etti. İtalyanlara ağır kayıplar verdiren Ömer Muhtar, 1931 yılında yaralanarak İtalyanlara esir düştü. İtalyan Komutan General Graziani, Bingazi’de kurduğu mahkemede Muhtar’a eğer silahlı direnişten vaz geçerse hayatının bağışlanacağını söyledi.

Çöl Aslanı Ömer Muhtar ona, tarihe geçen şu sözlerle cevap verdi:

“Her namazda Allah’tan başka ilah olmadığını ve Hz. Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğunu ispatlayan işaret parmağımız tek bir sahte kelime yazamaz, teslim olmaz. Biz ya galip geliriz, ya da ölürüz!”

Bunun üzerine Ömer Muhtar idama mahkum edildi. 16 Eylül günü asılarak şehit edildi. Allah rahmet eylesin