“Atatürk mûcizesi”
“Dil işleriyle her ne zaman ve her kim tarafından iştigal olunsa [Bozuk ifâde!] Atatürk mucizesini bütün şümuliyle ve tarih içindeki bütün bağlılıklariyle anmağa ve este (= hatırda) tutmağa ihtiyaç vardır; bu yapılmadıkça yeni kültürlü Türk âlemi içinde dile düşen vazifeler anlaşılamaz ve ölümsüz Şefin genel devlet yapısına verdiği ululuk ve yükselikle oranlı (= mütenasip) bir dil bilgisi yaratılamaz.
“Atatürk mucizesinin en esaslı unsurları idealizm ve nasyonalizmdir; mucize de bu iki unsurun, şu veya bu oportünizm ile dejenere olmasına asla katlanılmadan, gerçekleştirilmesinden çıkmıştır. Atatürk, dil işlerinde de, idealizm ve nasyonalizm prensiplerine sonuna kadar riayetkâr olarak kılavuzluğunda devam etmiştir. Birinci safhada alfabe inkılâbı ölümsüz Şefin idealizm ve nasyonalizmini tamamen okşıyan bir başarı ile oldu. Fakat yirminci asır kültürünü türkçeleştirecek olan dili yaratmağa sıra gelince Şefin idealizm ve nasyonalizmi muhitin başka bakımlardan düşünülmüş nasyonalizmiyle çarpıştı. [Bâzı kimseler, Türkcenin kendi imkânlarıyle ıstılâh türetilmesi tarafdârıyken, Ahmet Cevat gibiler, Fransızca ıstılâhların ik̆tibâs edilmesini istiyorlardı… “Mutlak Şef”, bu ikinci tavırda karâr kıldı…]
“Kemalist Târih Tezi”: “Neolitik çağlarda, Alpin denilen Türk ırkı, bütün beşeriyete teknik ve kültür önderliği etmekte idi. Atatürk’ün Türk ulusuna en ağır armağanı bu gerçek bilimdir.”
“Atatürk’ün nasyonalist idealizmi senelerce süren tarihî araştırmalarla son derece kuvvet bulmuştu; birçok garp âlimlerinin parça parça kalan ve bir türlü genel inancı toplamış bir sentez haline getirilmemiş olan keşiflerinden O ilmî bir hakikat yaratmıştı: Ta neolitik çağlarından Orta Asyanın homo alpinus’u bütün beşeriyete teknik ve kültür önderliği etmekte idi, ve bu alpin denilen insan ırkı da asıl Türk ırkından başkası olamazdı! Atatürk’ün Türk ulusuna en ağır armağanı bu gerçek bilimdir; Türk nasyonalist idealizminin temeli ve ayaklığı bu imandır. Ölümsüz Şef bu gerçek bilimin henüz açılmamış yerlerini yorulmaz araştırmaların verimleriyle aydınlatarak ve dağınık kalan buluşlarla birleştirerek Orta Asyanın neolitik medeniyetindenberi yeryüzünü tarihten önceki göçleriyle kolonize etmiş olan Homo alpinus’un yani ilkel ve asil Türkün sentetik tarihini yapmak gayesini güdüyordu. Türk Tarihi ve Türk Dili tezleri bu gayenin ifadesi olduğu gibi Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu da bu gayeyi yorulmaz araştırmalar ve parıltısı sönmez buluşlarla ilmî hakikatler yüksekliğine götürmek için kurulmuştur.
“Bu idealist nasyonalizme bağlı kalmağı ölümsüz Şefe bir ibâdet kutsiyetiyle anlamış bulunuyorum” [Bozuk cümle!]
“Bu yaratıcılık işlerinde Avrupa bilginlerine bağlı kalmak ölümsüz Şefin asla caiz görmediği bir aciz belgesi (= delili) idi; en büyük kınayışlarını Avrupa âlimlerine çırak olmakta gösterdiğimiz gevşeklik yüzünden celbederdik. Bizleri, kendisinin gördüğü büyük hakikatleri Avrupaya ilim ışıkları altında gösterebilir halde görmek en büyük emeli idi. Türk Kültürünün garp basınlarına akseden en zayıf parıltıları bile onu sevindirir, ve geleceğe olan sarsılmaz ümitlerini kuvvetlendirirdi.
(https://ataturk.org.au/tag/yusuf-akcura/; 19.10.2021)
1933: “Kemalist Târih Tezi” ile “Güneş-Dil Teorisi” hurâfelerinin ve Uydurmaca Harekâtının Erk̃ânıharbiyesi (soldan sağa): Besim Atalay, Hasan Âli Yücel, Celâl Sahir Erozan, Ahmet Cevat Emre, Dr. Reşit Galip, “Tek Adam”, Âfet Hanım, Ruşen Eşref Ünaydın, İbrahim Necmi Dilmen, Hâmit Zübeyir Koşay, Dr. Ragıp Hulûsi Özdem. İçlerinde sâdece Dr. (bil̃âhare Prof.) Ragıp Hulûsi Özdem, hak̆îk̆î bir dilciydi ve Uydurmaca çalışmalarına kerhen iştirâk̃ ettirilmişti… (Kemalizmin ‘Târih Tezi” ve ‘Güneş-Dil Teorisi’ Hurâfeleri; Yeni Söz, 30.3.2022/48)
***
“Bu amaca ve bu idealist nasyonalizme bağlı kalmağı ölümsüz Şefe bir ibadet kutsiyetiyle anlamış bulunuyorum [Bozuk cümle!]; alfabe inkılâbından ve T.D.K. nun kurulmasından beri hep bu ışık çığırı üzerinden yürümeğe çalışmış olduğum gibi bundan sonra da ondan ayrılmamağı kendim için birinci vazife sayarım.” (Ahmet Cevat Emre, “Ölmez Şefin İdealist Nasyonalizmi”, Türk Dili Türkçe – Fransızca Belleten, Aralık 1938, ss. 84-85)
Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’ndaki tapınış
Târihî Türkcemizdeki İslâm Medeniyeti kaynaklı bütün kelimeleri tasfiye ederek mümkün mertebe Frenkleşmiş ve Laikleşmiş bir dil inşâ etmeyi kendine gâye edinmiş Kemalist Dil Kurumu, 1935’te, “Mutlak Şef”in emri ve nezâreti altında, bir Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu hazırlamıştı. Bu Kılavuz’da, Arabca ve Farsçadan ik̆tibâs edip Türkceleştirdiğimiz, Millî Kültürümüzle yoğurduğumuz binlerce kelimeye, Uydurmaca veyâ Fransızca karşılıklar ikâme ediliyor ve resmî zorbalıkla, herkes bu uydurma dili konuşmıya mecbûr tutuluyordu. Kitabın “Önsöz”ü, Cep Kılavuzu’nun, “yeni sözlerin herkese yayılmasını kolaylaştırmak üzere yapılmış bir halk basımı olduğuna” dikkat çekildikden sonra, “göklerden esinler alan büyük kavrayışının ışıklarıyle yol göstericilik eden Ulu Önder Kamâl Atatürk”e âdetâ secde ederek bitiyordu:
“Bu büyük ulusal̃ devrimin bütün şerefi, göklerden esinler alan büyük kavrayışının ışıklarıyle yol göstericilik eden Ulu Önder Kamâl̃ Atatürk’ün kutsal başı üzerinde toplanmaktadır”
“Pek kısa bir zaman içinde başarılan bu büyük ulusal̃ devrimin bütün şerefi, Türk Dili Araştırma Kurumunu kuran, koruyan ve ona, göklerden esinler alan büyük kavrayışının ışıklarıyle yol göstericilik eden Ulu Önder Kamâl Atatürk’ün kutsal başı üzerinde toplanmaktadır. Yirminci asrın bu en büyük yaratıcısı, Kılavuz çalışmalarını yalnız kolaylaştırmakla kalmamış, kendisi de sözlerin köklerini aramak ve karşılık bulmak işlerinde değerbiçilmez bir özveri ile çalışmıştır.
“Yurdun ve ulusun ileriliği uğrunda, uykusunu, rahatını düşünmiyerek, bütün varlığı ve içinden taşan ülkü ateşiyle uğraşan, ve yüksek buyruğu altında iş görmeği onur bilenlere böylece eşsiz bir çalışma örneği veren Büyük Önderimize burada, yüreğimizin derinliklerinden kopup gelen sonsuz duygu ve saygılarımızı bir daha sunmayı şerefli bir borç biliriz.” (Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu, 1935, “Önsöz”, ss. VIII-IX) (Kemalizmin “Târih Tezi” ve “Güneş-Dil Teorisi” Hurâfeleri; Yeni Söz, 1.4.2022/50)
Birkaç muharrir ve şâirden putperestâne nümûneler
Buraya kadar, Totaliter Zihniyetin bir tezâhürü olarak, Mustafa Kemâl’in -daha ziyâde- resmî ricâl tarafından nasıl ilâhlaştırıldığına dâir nümûneler zikrettik. Memleketin Kemalist Totalitarizmin hâkimiyeti altındaki kültür ve edebiyât hayâtı da aynı zihniyetle şekilleniyor, bu meyânda bütün Maârif teşkîlâtı ve bütün matbûât insanlarımıza bu putperestâne zihniyeti aşılamıya çalışıyordu. Aşağıda, birkaç muharrir ve şâirden nakledeceğimiz makâle ve şiirler, o devirde başlayıp günümüzde de tavsamadan devâm eden bu Kemalist beyin yıkama faâliyetinin târihî şâhidleridir. Bu putperestlik nümûneleri üzerinde teemmül ederken, bilhâssa, bunların bizzât “Mutlak Şef” ve Rejimi tarafından teşvîk̆ edildiği vâkısına dikkat etmek lâzımdır. Öyleyse bu nasıl bir şahsıyet ve nasıl bir rejim yapısıdır? Bir de şu husûs: Mütehakkim Zümrenin mevcûdiyeti, ancak bu zihniyet ve yapının idâmesiyle mümkündür…
1920’lerden beri, Kemâlperest, yânî putperestâne metinler neşreden muharrir ve şâirler sayısız denebilecek kadar büyük bir yekûn tutar. İçlerinden misâl olarak Yaşar Nabi Nayır, Edip Ayel, Aka Gündüz, Behçet Kemal Çağlar ve –“Mehmed Âkif mes’elesi” vesîlesiyle- Mithat Cemal Kuntay’ı seçiyoruz…
Türkceye kasdeden Kemalist Dil Kurumu’nun 1935’te neşrettiği Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’ndaki tapınış… Kemalist âbidler listesi, ne kadar ibretâmîz!
***