Akşam

“Büyük Şef”e çok yakın bir gazete patronu ve başmuharriri olan Farmason ve muhtemelen Sabataî Necmeddin Sadık (Sadak)’ın Akşam gazetesinin 28 “Kânunuevvel” 1936, Pazartesi târihli nüshasının birinci sayfasında, Mehmed Âkif’ten bahis yoktur… Millî Mütefekkir ve Şâir’in vefât haberi, kendine ancak ikinci sayfanın müteferrik̆ haberleri arasında yer bulabilmiştir:

“Büyük bir kayıp: Şair Mehmed Akif dün akşam öldü…

“Büyük şair Mehmed Akif dün akşam saat sekize çeyrek kala Beyoğlunda Mısır apartımanındaki dairesinde vefat etmiştir. […]

“Eserleri bütün Türk âlemince tanınmış olan Mehmed Akif İstiklâl marşı, Çanakkale müdafaası gibi yüksek eserler bırakmıştır. Ölümü Türk edebiyatı için büyük bir ziyadır, kederli ailesini taziye ederiz.”

Aynı nüshanın birinci sayfa başlıkları: “Hatay bayrağı merasimle çekildi…” “Parti genel sekreteri Şükrü Kayanın bir nutku: Atatürk demokrasisi hem referandum ve hem de kanunî teşebbüs esaslarını ihtiva eden bir rejimdir…” “İngiliz-İtalyan anlaşması Romada imza edilecek…” “Sulama işleri: Ege mıntakası zahire ve pamuk ambarı olacak…” v.s.

29 Aralık 1936, Salı târihli nüshada, Mehmed Âkif’in cenâze haberi de, kendine birinci sayfada yer bulamamıştır. Bu husûsta kısa, fakat iki sütûnu kaplıyan bir resimli haber, beşinci sayfadadır:

“Vefatını teessürle yazdığımız şair Mehmed Akifin cenazesi dün kaldırılmıştır. […]

“Mezar başında yapılan dinî merasimden sonra heykeltraş Aşir ile arkadaşları merhumun büstünü yapmak üzere alçı ile yüzünün kalıbını almışlardır. Bundan sonra cenaze merasiminde bulunan üniversite gençleri hep bir ağızdan mezarın başında şair tarafından güftesi yazılmış olan İstiklâl marşını hep bir ağızdan söylemişlerdir.

“Marş söylendikten sonra üniversite gençlerinden bazıları merhumun şahsiyetinden, hususiyetlerinden, memlekete, edebiyatımıza yaptığı hizmetlerden bahsetmişler, gençliğin merhumu hiçbir zaman unutamıyacağını söylemişlerdir.

“Bundan sonra talebeden biri merhumun Çanakkale şiirini okumuştur.

“Talebeden birinin teklifi üzerine şairin mezarının üniversite gençliği tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Mezarın yapılması işi edebiyat fakültesi talebe kurumu tarafından tanzim ve idare edilecektir. Bundan başka her sene bir (Mehmed Akif günü) yapılması da karar altına alınmıştır.

“Merhumun cenazesine edebiyat fakültesi talebesi tarafından bir çelenk gönderilmiştir.

“Merhuma rahmet diler, ailesine bu meyanda muharrir arkadaşımız Ömer Rizaya taziyetlerimizi sunarız.”

Akşam’ın işbu nüshasının birinci sayfasının başlıklarına gelince:

“Hariciye vekilimiz dün Atinaya vasıl oldu…” “Türk-İtalyan münasebatı: İtalya, Montrö muahedesine iştirak ediyor mu?” “Sabık İngiliz kralı İstanbula geliyor…” “Devlet şûrasında yeni teşkilât yapılacak…” “Soğuk devam ediyor…” v.s.

Akşam’da, Mehmed Âkif’i gözden düşürmiye mâtûf iki makâle

Mehmed Âkif’in vefâtı ve cenâzesi, Akşam gazetesinin birinci sayfasına haber olamamıştı. Müteâk̆ib günlerde, Gazete, onun hakkında iki makâle neşretti; ikisi de Millî Şâirimizi gözden düşürmiye mâtûftu: İlki, 4 Ocak 1937 târihli nüshada, Hasan Âli Yücel’in, ikincisi de 30 Ocak 1937’de, Nurullah Ataç’ın kaleminden…

(Akşam, 29.12.1936, s. 5)

***

Farmason Kemâlperest Hasan Âli Yücel’in tam da kendisine yakışır makâlesi

Mustafa Kemâl’i kendisine Mâbûd edinecek kadar insanlık haysiyetinden vazgeçmiş Hasan Âli Yücel… -Kendi tâbiriyle- “Efendisinin solundaki sıfır”… Beynelmilel Mason Mâbedinin 10 Nisan 1925’te Vefâ Locası’nda tekrîs edilmiş sâliki… “Millî Şef” devrinin irfânsız Maârif Vekîli…

Makâlesi, tam bir Kemâlperest ve Mason noktainazarına göre yazılmıştır. Bu kesim, hep, Âkif’i geçmişte kalmış, mîadı dolmuş bir dünyâ görüşünün temsîlcisi gibi göstermiye çalışıyor. Hattâ, o, “milletin her türlü felâketlerden kurtulup ereceği bahtiyarlığı, gelecek günlerde değil, geçmiş zamanlarda arıyor” imiş…

Hasan Âli, Kemâlperestliği ve Masonluğu îcâbı, Âkif’in fikirlerini ısrârla böyle tahrîf ediyor… Hâlbuki Âkif ve her Dirâyetci Müslüman için, mâzî, sâdece bir ilhâm ve mânevî kuvvet kaynağıdır; yoksa onu diriltmek veyâ aynen taklîd etmek bahis mevzûu değildir. Âkif, Kemalistlerin ve Şef’inin ilim istismârcılığına mukâbil, sahîhan -zâten Kur’ân’dan neş’et etmiş olan- İlim Zihniyetini benimsemiş ve Müslümanların ancak Müsbet İlimlerin rehberliğinde yükseleceğine inanmış örnek bir fikir ve hareket adamı idi…

Sonraki senelerin irfânsız Maârif Vekîli, istihfâfla, hayrânı olduğu ve mesnedsiz, sathî muhtevâlı bir inkârnâmeden ibâret Târih-i Kadîm’ini Latin harflerine çevirip neşrettiği Tevfîk Fikret ile Mehmed Âkif’in şiir dilini mukâyese edip Âkif’te dil seviyesinin sokak diline kadar düştüğünü, “lâubâlîleştiğini” iddiâ ediyor…

Bu sûiniyetli bir değerlendirmedir… Gerek Hakîkatperverliği, gerekse Natüralizm edebî cereyânından ilhâm almış olması, Mehmed Âkif’i, realiteyi olduğu gibi tasvîr tavrına götürmüştü. Lâkin bu tasvîrlerle verdiği mesaj, Natüralistlerinkine benzemez. Velhâsıl onun, şiirlerinde halk ve sokak dilini kullanması, vâkıaya riâyet sâik̆iyledir; binâenaleyh nak̆îse değil, bir fâik̆iyettir. Ayrıca, Tevfîk Fikret’in ictimâî tasvîrleri, yapmacık, Mehmed Âkif’inkiler, sahîhtir (authentique); içinden yaşanarak, hissederek yapılmışlardır… Hepsinden mühimmi, Âkif’in şiirlerinde felsefî derinlik vardır; şiirleri, en üst seviyede hikemî şiirlerdir; Âkif, şiirle felsefe yapmıştır. Müsbet İlimlere müstenid Yüksek Tefekkürle bütün bir İslâm Âlemini ihyâ edecek fikirlere ulaşmış, onları zihinlere nakşetmek için şiiri vâsıta edinmiştir… Fikirleri, kendi arayışlarının mahsûlüdür; onun mümtâz şahsıyetinin izlerini taşırlar; onlarda, Tevfîk Fikret ve Mustafa Kemâl’in aksine, Frenk mukallidliğinden eser yoktur…

Hasan Âli ve emsâlinin bir başka tahrîfi, âşikâr târihî vâkıaya rağmen, Müslümanlıkla Türklüğü birbirinden ayırmaktır. Bu, kendi sübjektif tercîhleridir ve bu ayırımı dayatma peşindedirler. Hele Âkif’in şiirlerini de bu ayırıma göre tahlîl edip onların sâdece “millî” veyâ “Türk” unsurlarının takdîr gördüğünü iddiâ etmek, pek büyük bir tahrîfkârlıktır.

Yine Hasan Âli’ye nazaran, Mehmed Âkif’in Müslümanlıkla Türklüğü ayrılmaz bir şekilde mezcetmiş olması, “dalâlet”tir ve “cem’iyet telakkîsi geri olan, bu sebeble cem’iyette gördüğü değişmelere (yânî Kemalist İhtilâline) inanmıyan, onlara uymayı reddeden, bu sebeble Vatanını terkedip uzun seneler Mısır’da yaşıyan” Âkif, Vatanına avdet etmekle, “dalâletten kurtulmuş”, “Türk vatanına karşı borcunu ödemiş ve kendini affettirmiş sayılmalı” imiş…

Bu meyânda, onun Hz. peygamber’in “Hâccetü’l-Vedâ”ına dâir bir manzûm eser yazma tasavvurunu istihfâf etmeyi de ihmâl etmiyor…

Bir taraftan Kemalizme bu derece zıdd olduğunu bizzât yazdıkları bir şahsıyete, dîğer taraftan onu tervîc eden sözler yakıştırmalarına hayret edilmez mi?

“…Mehmed Akif, Klerikal bir temayülün edebiyatımızda hakikaten kudretli bir mümessili olarak bizim dünyamızdan ayrılmış bulunuyor. [“Klerikal” < Frz. Clérical: Ruhbânın, Kilise erbâbının Devlet işlerine karışması dâvâsını güden… İslâmda “ruhbân sınıfı” mevcûd olmadığına göre, Hasan Âli, bu tâbiri, Devlet işlerinde İslâmın têsîri olması mânâsında kullanıyor olsa gerekdir…]

“Bayramda Fatih meydanı, mahalle kahvesi, hasta çocuk tasvirli şiirlerile Türk edebiyatına halkçı bir şair olarak giren Mehmed Akif, Balkan felâketi üzerine Fatih ve Süleymaniye kürsülerindeki vaizlerini [vaazlarını] manzum bir hale sokarak milletin uyanmasını temin için gene halkçı bir dille eserlerini yaratmıştır. Mezhep ve meşrep itibarile tam zıddı olan Tevfik Fikretin nesre çalan, fakat hiçbir satırında lâubalîleşmiyen nazım lisanını, daha çok mahalle ve sokak diline yaklaştırarak almıştı. Onun kaleminde aruz, her şeyi hikâye edebilecek bir kolaylık kazanmıştır. Hikâye edebilecek diyorum, çünkü bu dille her şeyi ifade etmek mümkün değildir. Bu kadar açık ve bu kadar anasırı tam bir üslûple söylenemiyecek karanlık ve karışık duygularımız olduğunu da unutmamalıdır. [Bozuk cümle…]

“Hayatı telâkki tarzına gelince Mehmed Akif, her hâdiseyi din bakımından görürdü ve o gözle göstermeğe çalışmıştır. Adalet deyince hayalinde Hazreti Ömer, şecaat deyince Hazreti Ali canlanır bir duyguda idi. Onun için milletin her türlü felâketlerden kurtulup ereceği bahtiyarlığı, gelecek günlerde değil; geçmiş zamanlarda arardı. Mehmed Akifin telkine çalıştığı (Asrı saadet), çöller ortasında, zamanda ve mekânda bugün olduğumuz yerden daha arkada bir yeşil vahaya benzetilebilir. Akif buna inanırdı. Onun kudret kaynağı bu islâmî imandadır. İnanılan şey her ne olursa olsun inanış, kendiliğinden bir kuvvettir ve her inanışın sağlamlığı da samimiyetinde görülür. Mehmed Akif mümindi, çünkü imanında samimî ve bundan dolayı da kuvvetli idi.

“Onu şairliğe çeken, bu iman olmuştur. Sade bu imanın tesirile kupkuru bir din naşiri olmaktan kendisini kurtaran, şairliğinin ilk zamanlarındaki halkçılık duygusunun pehlivan ruhunda destanî hisler haline gelebilmesidir. Yoksa Akif de emsali gibi her hâdiseyi bir nas ile izah etmekten başka bir meziyeti olmıyan herhangi bir medrese mensubundan başka bir insan olamazdı. İstiklâl harbinin en heyecanlı anlarında Ankaranın ufuklarından akseden top sesleri, onun bu ruhî ihtiyacını karşılamakta en coşkun bir musiki tesiri yaptı. İstiklâl marşının bazı satırlarında bu gürlemelerin kaybolmaz tarrakaları var. Daha önce Çanakkale için de ayni duygularla destanî bir şiir yaratan Mehmed Akif, bütün eserleri yok olsa gene bunlarla ebedî kalacak bir şair vasfını kazanmıştır.