Öğretmenin değerini bilmeyen bir toplumda çürüme başlar. Sürekli olarak şikâyet edilen, haklarında işlem başlatılan, medyanın ve siyasetin gündemine giremeyen ve her geçen gün toplum nezdinde itibarları zedelenen öğretmenlerin durumu da içler acısı.

Okulda savunmasız bırakılan, her türlü olumsuzluğun bir numaralı sorumlusu olarak gösterilen, nöbet tutturulan, nöbetinde yaşanan her türlü hadiseden sorumlu tutulan, branşı dışında kendinden harikalar yaratması beklenen, sınavda gözetmen, seçimde sandık başkanı, evde anne-baba, okulda öğretmen, temizlikçi, güvenlik memuru, veznedar vs. vazifelerinin tümünü birden yapan, kendine ayıracak zamanı bile zor bulan bu kıymetli, fedakâr insanlara haksızlık ediyoruz.

Bugünlerde sosyal medyada hükümetin kendilerine reva gördüğü yüzde 4 zam oranına itiraz ediyorlar diye yemedikleri hakaret kalmıyor.

Kira artışına, trafik cezalarına, benzine, mazota, elektriğe ve temel gıda ürünlerine gelen ortalama yüzde 40, yüzde 50 zamlara karşılık memura verilmesi istenen yüzde 4’lük zam gerçekten de orantısız değil mi?

Güçleri ancak zayıf memur kesime yeten bu insanlar, nedense üç dört yerden maaş alan bürokratlara ve milletvekillerine yönelik tek bir eleştiri getirmiyorlar.

Ne yani memurlar yüzde 4 artışla ekonomiye yük oluşturuyor da diğer yüksek maaşlı kesimler ekonomiye yük teşkil etmiyor mu?

Üstüne bir de “tatil yapıyorlar” diyerek çocuklarına emanet ettikleri bu fedakâr insanlarla dalga geçiyorlar.

Bir toplumda öğretmenlik mesleği maddi ve manevi anlamda itibarsızlaştırılırsa o toplumun yozlaşması kaçınılmazdır.

Tam da bu noktada memur sendikalarını da eleştirmek lazım. Zira meselenin bu noktaya gelmesinde payları yok değil.

Bilindiği gibi Türkiye’de bağımsız, insan hakları çerçevesinde sağlam bir duruş sergileyen, güçlü, cesur sivil toplum anlayışı yer edemedi.

Sendikaların sahici anlamda varlık gösteremediği bir ülkede iş, maalesef sosyal medya kullanıcılarına kaldı.

Asıl mesele şu;

Bugün toplu sözleşme ve grev hakkı tanınmayan kamu sendikacılığının gördüğü işlev demokratik bir yanılsatmaya hizmet etmektedir. Nasıl mı?

Bakınız sendikalar hemen her yıl, hükümetle uzlaşamadıkları zamanlarda iş hakeme tevdi edilir. Hakem heyeti de yalnızca tavsiye kararı alabilir.

Aslında süreç tam anlamıyla dön, dolaş yine bana gel mantığıdır. Sonrasında da bir ya da iki puan arıtarak nihai karar alınır. Sendikalar da bunu kazanım sayarlar.

Yıllardır ifade etmeye çalıştığım bir huşu var;

Siyasi partiler sivil toplum örgütleriyle “arka bahçe” ilişkisi yaşamayı kendileri için bir kazanım saymaktan artık vazgeçmelidirler. Çünkü sivil toplum örgütleri siyasi partilerin gölgesi altında etkisiz, işlevsiz, kullanılan unsurlar haline dönüştürülüyor.

Oysa sendikalar kuruluş ilkelerine, amaçlarına bağlı, gücünü siyasi partilerden değil de tamamen üyelerinden alması hususunda net bir kararlılık ortaya koyarlarsa mesafe kat edeceğiz.

Bu olmuyor. Tam tersi hükümet sendika üyelerinin aidat parasını bile kendisi ödüyor. Burada tasarruf edeyim demiyor.

Aslında hükümet, topladığı vergilerden tahsil ettiği sendika aidatlarını artık ödemeyi kesmelidir. Üye olan memur aidatını kendi cebinden ödemelidir. Kaldı ki bu tür devlet destekli bir sendikal anlayışın yani devlet kesesinden yapılan sendikal faaliyetlerin hiçbir yaraya merhem olmadığı da ortadadır.

Kısacası toplu sözleşme ve grev hakkı tanınmayan kamu sendikacılığının bugünkü gördüğü işlev demokratik bir yanılsatmaya hizmet etmektedir.

O yüzden toplum da, siyaset ve medya dünyası da özellikle eğitim meselesinde bir zihin değişikliğine gitmelidir. Öğretmenlerimizi artık daha fazla rencide etmeyiniz.