Sabır dağlarını aşmak zordur. Kavuşmak güzel şey… Sevmek çokça kalp ağrısı, daha çok cesaret… Sevmek, vermekten geçer; daha çok canından… Seni, seni sevmek, seni bilmek, seni… Seni sevmek güzel şey…

          Kaderin saatini kuran nerededir? Sahi, var mıdır öyle bir saat? Olayların gerçekleşme saatini bilmek iyi midir? İyidir midir sahi, sevmek zamanını bilmek? Değildir belki de. Ah vah etsek de yarını bilmek iyi olmasa gerek. Zamansız gelsin gelen, zamansız yağsın yağmur ve birden açsın güneş. Mümkün değildir, dememek gerek; mümkündür, mümkündür zamansız sevmek de. Kadere dâhil olmayan ne var ki? Şimdi sevmek güzel şey…

         Sevmek,  güzel sevmekle sevmek olur. Güzel sevmek, buradaki güzel, sevilen değildir. Sevme biçimi. Şimdi durup dururken nereden çıktı, denebilir. Sevme biçimlerimiz öyle basitleşti ki. Derinden, tutkuyla  ve sadakatle sevmek. Gözünü kapatıp sevenlerin sevgisini diyorum. Sadece cesur değil onlar, aynı zamanda sevmeyi bilenlerdir, hakkıyla sevenlerdir onlar. Sevmek, hakkıyla olunca güzel şey. Sevilenin hak ettiği sevgiyi verebilmek. Demek ki sevgi vermekmiş. Neyini vererek sever insan? Neyden vazgeçer ki? Sevilen hak ediyorsa neyini vermez  ki insan? Soruya cevap yine bir soru oluyor. İnsan ömrünü  vermez mi  güzel sevebilmek için. Çünkü sevmek güzel şey...

         Nazım ne güzel demişti: “Seni düşünmek güzel şey/ümitli şey/dünyanın en güzel sesinden/en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey…” Ümitlenmek yaşama sevincidir. Ümidimizden başka ne kaldı? Şimdi sınırlandırılmış bir sevgiyle yaşama sevinci kalır mı? Ümit; hava, ışık, su gibidir yaşamak mücadelesi veren insan için. Peki, sevmek için ne gerek? Ümit. Evet, ümidini kaybetmek, sevgisizlikten doğmaz mı? Sevgisizlik, havasızlık misali. Boğulmak böyle değil midir? Dünyanın en güzel sesinden, dünyanın en güzel cümlesi,  “Seni seviyorum.” değil de nedir? Nedir ki şu çağda yaşama sebebi? Var mıdır başka yol? Yollar şimdi kanadı kırık kuşların gözünde uzayıp gidiyor. Gidenlere yetişememek sancı yapmaz mı kalpte? Sancılı kalpler,  kırık kalpler  ülkesine döndürdü dünyayı. Şimdi sevmek vakti demek, kalp kırıklığına razı olmak anlamına geliyor. Oysa sevmek güzel şey…

         Gözler. En güzel şehrin kapısı gibi. Durgun su gibi, sakin, berrak, ümit dolu. Huzur  şehrinin ışığını saçan ve  güzel kapılar açan gözler. Küflü hücrelerde nefessiz kalanların tek ümidi küçücük bir noktadan sızan ışık kadar ümit… Gözleri, öteki âlemlerin müjdeli kapısı. Kapılar kapanırsa müjdesiz can ne eyler, nasıl yaşar ki ağrısı bedenini sarmışken? Şimdi şifahanesi yıkılan şehrin karamsarlığı ve karanlığında yaşamak mümkün müdür? Dili,  kılıca dönenin kesiğini ne iyileştirir ki? Muhakkak tek  şey: sevmek: Evet, sevmek şifadır, sevmek güzel şey…

           Ey kırık kalpler ülkesinin mimarı! “Bir ihtimal daha var…” diyorken güfteler, kime seslenir nağmeler? Bir ömre bedel candan vazgeçmek mümkün değil ki. Mümkün değil ki dönmek. Ah, zamanı tersine çeviren bir icat yok mudur? Yok mudur, zamansız kayıpların telafisini sağlayacak? Yok mudur, “tam zamanıysa” dedirtecek bir kalp, bir dil, bir söz, bir göz? Bir göz yok mudur, durup dinlenilecek, viran olmuş bir kalbi onaracak? Bir melek edasıyla inip ruha dokunacak efsunlu bakışlar yok mudur? Zamanı olsa da olmasa da sevmek;  melek gelse de gelmese de beklemek güzel şeymiş, öğreniyor insan. Öğreniyor alfabeyi öğrenir gibi ve bir çocuk sevinciyle seviyor insan. Çünkü bir çiçek yalnız kendisi için açmaz ki. Şimdi bir çiçeği sevmek güzel şey, güzel şey…

         “Hani o bırakıp giderken seni…” Öksüz tavırların hırpaladığı ve yaktığı bir gönülde yaşamdan ne kalır? En acı sözler dile geldiğinde düşeni kim kaldırır? Geç kalanlar istasyonunun biriken hüzün yükünü yüklenen gönül ne yapar? Sevmek yük değildi oysa. Şimdi her sözde ayrı bir yük, ayrı bir keder. “Keder öğütmekle geçti yıllarım…” diyen bir gönül kırılmışsa… Çaresi bulunup iyileşen hasta taburcu  olacağı hâlde ona  yeni bir yara açmak olmaz mı bu kaçış? Güneş dünyayı bırakır mı, ay geceyi? Şimdi seni düşünmek  daha güzel, daha güzel şey seni sevmek…

           “Her mevsim içimden gelir  geçersin.” Vefasız bir yolcuya seslenirken kalbi viran olan çaresizi şimdi kim duyacak? Elveda demekle kapanmaz ki yaralar. Daha çok açılır, acılar yumağına sarılır ten ve can. Sevmek güzel şeydi. Oysa vedalar,  ölümü  beklenen biçare  gibi,  gözlerinden ışığı çekilen ve teninden nefesi uçan  hasta gibi bırakır insanı. Bîmâr bırakılan gönül şimdi kafeste. “Âdeti hûbların cevr ü cefadır ammâ/Bana ettiklerini kimseye etmediler” diyen Necâtî gibi gamlı ve bahtsız bir gönül… Koskoca  dünyayı kafese çeviren bu cevr ü cefayı sevmekle göğüsleyecek o  gönül ve şimdi son kez seslenecek: “Sevmek korkulu rüya, yalnızlık büyük acı” deseler de seni  sevmek güzel şey…