Bilgi derecesini ölçmek için yapılan yoklamaya, imtihana sınav diyoruz. Ülkemizde çocuklarımızın sürekli önüne gelen bu yoklama çok tartışılıyor. Sınavlara hazırlanmaktan çocuklarımız, çocukluğunu yaşayamıyor. Bir çıkış yolu bulmak gerek ama zor.
Geçen hafta sonu LGS yapıldı. Okuma-anlama-yorumlama öne çıktı. Hatta çok okumak, farklı türlerde okumak gerektiği söylendi. Yeni nesil sorularda sadece metin değil, görsel okuma da var. Dolayısıyla çocuklarımızın farklı alanlarda kendilerini yetiştirmesi gerekiyor. Ne var ki çocuklarımız tek tip bir tarz üzere yetişiyor. O da ekran bağımlılığı.
Bu hafta sonu ise yükseköğretim için çocuklarımız ter döktü. LGS’de olduğu gibi yine okuduğunu doğru anlamak öne çıktı. Soruların uzunluğu, şekiller, farklı okuma biçimleri çocukları zorladı. Birbirine yakın seçeneklerin olduğu sorular çelişkili ve zordu. Çünkü sadece doğruyu değil, en doğruyu ve kesini bulmak isteniliyor. Bu durumda çocukların çokça okuması, algı seviyelerini yükseltmesi, bilgi ile birlikte tecrübelerini artırmaları gerekiyor. Bu şu demek oluyor: Kitaba, deftere, yazı ve kaleme sarılmak.
Hazırlık Süreci
Sınavlara hazırlanmak ciddi bir çalışma ile mümkün. Sadece öğrenci değil, aile de onunla birlikte hazırlanıyor. Evde ciddi bir motivasyona ihtiyaç duyuluyor. Tüm planlar sınava girecek çocuğa göre yapılıyor. Herkeste bir sınav telaşı oluyor. En üst düzeyde alarm veriliyor. Ancak sürecin psikolojik durumu bazen ihmal ediliyor. Çünkü sınava hazırlanan çocuk hem biyolojik hem de psikolojik olarak değişim sürecinde. Bu değişimi de dikkate almak gerekiyor ancak biz çok defa bu alanı hesaba katmıyoruz. Aşırı bir bilgi yüklemesi yapıyoruz. Çocuk bir yerden sonra bu yükü çekemiyor. Yoruluyor, erken havlu atıyor. Bu durumu en başta düşünmek lazım.
Okulların Durumu
Özel okulların akademik başarısı çok dikkat çekmesine rağmen hâlâ devlete bağlı bazı liselerin en çok tercih edilmesi ve buralara derece yapan öğrencilerin yerleşmesi önemli. Devlet okullarının kadro ve fiziki imkânları Milli Eğitim Bakanlığınca sürekli gözden geçiriliyor. İyileştirmeler yapılıyor. Ders müfredatları güncelleniyor. Maarif Modeli ile okullar, çağın ve çocukların şartlarına uygun olarak düzenleniyor. Çocuklar, millî ve evrensel değerlerle yetiştirilmek isteniliyor. Bilgiyi aktarmak değil, onu kullanarak tecrübeye sahip olmak önemli. Milli Eğitim Bakanlığı da son yıllarda bu tecrübeye dikkat çekiyor.
Temel eğitimden ortaöğretime kadar dersler, ders materyalleri bu ölçütler dikkate alınarak hazırlanıyor. Okulların derslik sayıları, sınıf mevcutları, öğretmen sayıları her yıl daha iyi seviyeye çıkıyor. Ancak yine de eksikler var. Sınıflarda öğrenci sayıları daha az olmalı. Laboratuvarlara önem vermeli, buralarda deneyler yapılmalı. Kütüphaneler kullanılmalı. Yeni okul binaları yatay mimaride yapılmalı, bahçeler büyük olmalı. Sportif faaliyetler ve sosyal etkinlikler için yer olmalı. Ne yazık ki sadece akademik başarıya odaklanıyoruz. Çocukların moralini yüksek tutacak etkinlikler çoğaltılmalı. Okullarımızda hafta sonları yapılan sınavlara hazırlık kursları da Bakanlıkça takip ediliyor ve destekleniyor.
Öğretmenlerin Morali
Eğitimde en büyük yük her şeye rağmen öğretmenlerde. Çocuk başarılı olursa kendisinden; başarısız olursa öğretmenden kaynaklanmış sayılıyor. Bu algı değişmiyor. Oysa bu süreç birlikte yürütülüyor. Sınav sürecinde öğrenci ve ailenin morali kadar öğretmenin morali de önemlidir. Bakanlığın kariyer basamakları konusunda attığı adım tarihi bir adımdı. Ekonomik iyileştirmeler öğretmenlerimizi olumlu etkileyecektir. Bu durum elbette eğitim-öğretime yansıyacaktır. Ancak bu yeterli değildir. Çok iyi öğretmenler farklı şekillerde ödüllendirilmeli.
Öğretmenin moralini iyi tutacak başka bir konu da yöneticilerin tutumu. Çalışan ile çalışmayanı ayıramayan yöneticiler de sorun oluyor. Yönetici seçimimiz de sürekli gözden geçirilmeli. İyi yöneticilerin dört yılda bir rotasyona tâbi tutulması, o kurumu nasıl etkiler? Ekip ruhunu tesis eden, okulunu markalaştıran, liderlik yönü güçlü yöneticilerin durumu gözden geçirilmeli. Sık yönetici değişimi de öğretmenlerin çalışma performansını olumsuz etkiliyor.
Sınav Çocukları
Sınavdan sınava koşmak kolay değil. Çocukları mental yönden hazırlamak okul kadar ailenin de görevi. Sınava girecek çocukların üzerinde fazla baskı var. Bilhassa LGS telafisi olmayan bir sınav. Bundan birkaç yıl önceki adı TEOG olan sınavın kalkması gümdeme geldi ama olmadı. Çünkü hazırlık yoktu. Sınava girecek çocuklar, çocukluğunu yaşayacak zaman bulamıyor. Buna mecbur bırakılıyor. Çünkü her çocuktan yüksek akademik başarı bekleniyor. Bu doğru değil. Oysa çocukları liseye yönlendirmek için farklı yöntemler devreye sokulmalı. Aileler bunu kabul etmediğinden yüz binlerce çocuk yanlış tercih kurbanı oluyor. Sevmediği lisede okuyor. İyi bir üniversite kazanamadığı gibi meslek sahibi de olamıyor. Sınav çocukları âdeta kronik bir sorun hâline geliyor.
Mesleki Eğitimin Gereği
LGS ile istediği yere gidemeyen öğrenciler yeteneklerine uygun meslek liselerine gitmeli. Bunu teşvik etmek ve meslek liselerini güçlendirmek bir orduyu güçlendirmek kadar önemli. Üretime dâhil olan öğrencilerin sorumluluk bilinci artıyor. Olgunlaşan bu çocuklar her yönden gelişiyor, hayata hazırlanıyor. Meslekî eğitime giden öğrenciler devlet garantisinde iş sahibi olmalı, sigortaları emekliliğe sayılmalı. Atılacak küçük adımlar meslekî eğitimi güçlendirecektir. Herkes üniversite okuyor ama yüz binlerce diplomalı işsiz var. Oysa meslekî eğitime gidenlerin durumu farklı. Sınav ülkesi olmaktan ve sürekli test ile uğraşmaktan kurtulmak için meslekî eğitim desteklenmeli. Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda MESEM yoluyla da başlattığı uygulamayla çocuklarımıza gelecek hazırlıyor.
Yükseköğretim
Yükseköğretim bir kez daha gözden geçirilmelidir. Yeni üniversiteler açmak gerekli midir? Bu kadar üniversite çok mudur, ihtiyaç var mıdır bunca üniversiteye? Sorular çok. Ancak bir gerçek var ki o da şudur: Üniversite bitirmek sorunu çözmüyor, işsizliği azaltmıyor. Sadece erteliyor her şeyi. İş bulamayan gençler aile kuramıyor. Her genç aileden uzaklaşmak için maceraya atılır gibi üniversite okumak için başka illere gidiyor. Ekonomik ve sosyal sorunlar artıyor.
Üniversiteler ne işe yarıyor? Siyasî vaatlerin ve seçim yatırımlarının kurbanı olmamalıyız. Bilim üretmeyen her üniversite sorun üretiyor. O da binlerce işsiz genç olarak önümüzde duruyor.
Sınavlar, sınavlar... Hayatımız sınav oldu. Bir gencin okuduğu okul, ona sosyal hayatta ayakta kalacak formasyonu ve iş imkânını sağlayamıyorsa o okul boşa okunmuştur. Zaman israfıdır. Okuma-yazma bilmemek eskiden cehalet sayılırdı ama o kesim bir şekilde iş bulurdu. Şimdi ise bırakın lisansı, yüksek lisans ve doktora mezunları işsiz. Ama bunlar ne sınavlardan geçmişlerdi. Şimdi ise hayat önlerinde koskoca hayat sınavı duruyor.