0

"Urfalı Şair Şevket"

Taşra, dışarı anlamında Türkçe bir kelimedir. Zaman içerisinde değişik şekillerde kullanılan bu kelime, Tarama Sözlüğünde, 13. Ve 15. Asır metinlerinden tespit edilmiş örneklerle içerinin zıddı olarak gösterilmiş, dîvan şiirinde kullanılan geniş anlamıyla ilgili tek bir örnek verilmemiştir. Oysa dîvan şiirinde taşra, umumiyetle İstanbul'un dışındaki şehirler için kullanılır. Bu şehirlerden İstanbul'a gelenlere taşralı denir. Dîvan şiirinde taşra yerine bazen de kenar tabirinin kullanıldığı görülmektedir. Osmanlı döneminde saltanatın merkezi İstanbul dışında taşrada, kenarda yaşayanlara, İstanbullu şairlerin ya da zamanla yaşadıkları şehirleri terk edip İstanbul'a gelen ve kendilerini İstanbullu kabul eden dîvan şairlerinin asırlar içerisinde nasıl baktıklarını görelim.

Divan Edebiyatı, İstanbul 'de cereyan etse de en çok şair yetiştiren vilayetler arasında Urfa gibi merkezlerin yer alması, merkez ve taşra ikilemini ortaya çıkarmıştır. Her ne kadar bu ikilem şairler için bir tartışma bir ötekileştirme gibi gözükse de taşra, merkezi beslerken Divan edebiyatına da kalite geliyordu.

Urfa gibi bir taşradan yetişip merkeze-İstanbul'a- varmış Şair Nabi, Ömer Nüzhet gibi bir iki şairin varlığı dışında başka bir şairi göremiyoruz. Bu nedenle Taşradan merkeze varamamış Urfalı Şairlerin sayısı mühim bir derecededir. Bunlardan bazıları şunlardır: Sakıp (Ö.1873), İsmet (Ö.1875), Hikmet (Ö.1878), Lami' (Ö.1888) Admî ( Ö. 1900) Muhibbi (Ö. 1906), Hilmî (Ö.1910), Abdî (Ö.1911), Namık (Ö.1911), Azmî (Ö.1914), Durak (Ö.1916), Şevket (Ö. 1918) Fürûğî (Ö.1923) Re'fet (Ö.1938) Emin (Ö.1941)

Klasik Türk edebiyatı duayeni Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, taşradan merkeze varamamış Urfalı şairler için şu tespitte bulunur: "XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın ilk yarısında mübarek toprağından feyz verdiği evladı arasında birçok şair adını bilmekte ve bunların değişik nazım şekillerindeki ezgileriyle duygu, düşünce ve hayallerini etkinlikle ve başarılı olarak terennüm edebildiklerine şahit olmaktayız. Ancak genellikle Fuzulî ve Nabî gibi mümtaz üstadlara bağlı kalarak, daha çok aruz veznini, eski edebiyatın nazım biçimlerini kullanmış olmaları ve doğup büyüdükleri çevrenin İstanbul gibi kültür merkezlerinden uzak bulunuşu, bu değerlerin tanınmasına yardımcı olamamıştır."

Şair Şevket'in divançesini bulup derleyen ve şiirleri üzerine esaslı bir inceleme yapan Prof. Dr. Abdülkadir Karahan Hoca'dır. Karahan Hocanın 1991 yılında yayınladığı Urfalı Mehmet Şevket adlı eseri, şairimizin hayatını, üslûbunu anlattıktan sonra divanında yer alan 159 manzume 11 mezar kitabeyi de ihtiva etmektedir. Bu çalışmadan yola çıkarak şairimiz hakkında bilgi sahibi oluyoruz.

Şair Şevket, 1861 yılında Urfa'da doğar. Babası Neccar-zade Eyyüp Ağa'dır. Asıl ismi Mehmet olup Şevket Mahlasını yine kendisi gibi bir şair olan ağabeyi Şair Hikmet vermiştir. Eğitimini Hasan Paşa ve Halilürrahman medreselerinde devam etmiş. Zamanın alimlerinden Abbas Vasık Efendi, Halil Hoca ve Hacı Mustafa Hafız'dan dinî ve beşerî ilimleri almıştır. Şiirleri arasındaki Arapça beyitler ve birkaç gazelin Farsça yazılması ve gerek gazellerinde gerekse de musammatlarında kullandığı dil, terkiplerdeki düzgünce görünüş onun iyi bir eğitim aldığını söyleyebiliriz.

Dönemin edebiyat tarihçileri onun için "dindardır" ifadesini rahatlıkla kullanmaktadırlar. Çünkü o, bütün vakitlerini Mevlûd-i Halil ve Hasan Paşa camilerinde geçirmektedir. (Bugünkü Tarihî Halilü'l-rahman gölü ve çevresi) Buralarda dostlarla sohbette bulunmayı, şiir okumayı tercih etmiştir. Ama bunlardan ziyade uzleti tercih ettiğine dair rivayetler daha çoktur. Bazen kırlara çıkar, gürültülü ve kalabalık mahallerden uzaklaşarak kendini dinler, tefekkür eder ve bunun sonucunda yeni şiirler yazardı.

Bu şiirlerden dostluğun kalmadığına dair bir beyti şöyledir:

Dostluk kalmadı her-giz alem içre kimsede

Her kiminle dostluk etsen ahıri tuğyan eder

Şair Şevket'in şiirlerinde en fazla üzerinde durduğu, hayranlıkla övdüğü ve şehadetlerine göz nuru döktüğü Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'dir. Özellikle Hz. Hüseyin'in Kerbela'daki şehadetine son derece üzülmekte ve bunun için Muharrem Mersiyeleri tarzında dokunaklı, etkili şiirler yazmıştır. Bir örnek vermek gerekirse:

Şevket et canın feda Âl-ı Aba'nın aşkına

Şahbaz-ı burç-ı izzet La Feta'nın aşkına

İns u cin feryad eder bu maceranın aşkına

Kerbela'da dem-be-dem mahsûn u zar oldun Hüseyn

Sad hezaran mihnet ile dağdar oldun Hüseyn

(Karahan, Mehmet Şevket, 115)

Şair Şevket, bunun yanında diğer Divan şairleri gibi hemen hemen bütün İslam şahsiyetleri hakkında şiirler kaleme almıştır. Söz gelişi Âl-i Aba, Çar yar-ı güzin, Hz. Yakup, Hz. Musa (Kelimullah), Hz. İbrahim (Halilüllah), Hz. İsa(İbn-i Meryem), Hz. Eyyub, Hz. Süleyman, Cafer-i Tayyar, Veysel Karanî Abdülkadir Geylanî, Celaleddin Rûmî (Pir-i Mevlevî)

Şair Şevket'in doğduğu asır 19. asırdır. Malum ki bu asırda Divan edebiyatı son demlerini yaşarken yeni edebiyat dediğimiz Avrupaî edebiyat rağbet edilmiştir. Fakat Urfa'da klasik edebiyat güçlü bir şekilde yaşıyor. Fuzûlî ve Nabî etkisi güçlü ve canlı bir şekilde devam ediyor. Sakıp'tan Abdî'ye, İsmet'ten Ref'et'e kadar onlarca şair eski geleneği sürdürüyor ve bu yolda başarılı eserler ortaya koyuyorlardı.

Şairimiz Şevket için son olarak şunları söyleyebiliriz. Onun için, şöhret peşinde koşup İstanbul'u yeğleyen şairlerden ziyade kuşe-i uzleti taht-ı saltanata tercih eylediği, daha doğrusu taşralılığı benimseyen, samimi bir tasavvuf şairidir.