Batı’da sosyal bilimler bir şekilde etkisi azalan teolojinin yerine ikame olmuştur. Ya da cümleyi şöyle kurabiliriz; klasik hıristiyan teolojisinden etkilenmelerle birlikte sosyal bilimler teolojik bir nitelik kazanmıştır. Bu bağlamda sosyal bilimler hem Batı hem de Batı dışı toplumların modernleşmesinin teolojik zeminini inşa etmektedir.
Özellikle Batı dışı toplumlarda sosyal bilimler bütün müştemilatıyla modernleşmenin zeminini inşa etmekle kalmamış, aynı zamanda bir kontrol sistemi de kurmuştur. Bu durum kısa ve uzun vadede Batı dışı toplumların sömürgeleştirilmesini sağlayan bir işlev görmüştür. Bilhassa sosyal bilimlerin farklı alanlarındaki sonuçların “evrensel” olduğu önermesinin ilk başta koşulsuz bir biçimde kabulü, Batılı insanın gelişme koşullarının bir şekilde diğer toplumlara kesin bir gerçeklik olarak aktarılmasını sonuçlamaktaydı. Şimdi gelinen noktada, postmodernlik zaten evrensellik düşüncesine bir reddiye getirdiği için sosyal bilimlerin evrenselliği fikri de yara almıştır.
Meselenin birinci bileşeni olarak, sosyal bilimleri eleştirmekle birlikte önemine de değinmek gerekmektedir. Batı’da tabii bilimlerin ardından gelişme aşamasında sosyal bilimler bugüne gelinceye kadar ciddi bir birikim sağlamıştır. Sosyoloji başta olmak üzere psikoloji, antropoloji, tarih, felsefe, arkeoloji vb. bilimler yeni bir teorik zemin inşa etmişler, daha da ötede teorik ve tecrübi araştırmalarla birçok konuda müktesebat oluşturmuşlardır.
Modernite insanlık tarihi içinde elbette daha önce deneyimlenenlerin bir bileşkesi olarak belirginleşmiştir. İnsanlık tarihi boyunca Tanrı ve insan ile bu varlıkları konumu ve ilişkileri kanaatimizce en temel problemdir. Bu bağlamda hıristiyanlıkta iki konu baştan bu yana temel teolojik tartışma oluşturmuştur. Bunlardan ilki, Hz. İsa’nın (AS) Tanrı-insan konumudur. İkincisi de, ilk günahtır. (Orijinal sin) Bu iki husus Tanrı ile insanın konum ve ilişkileri açısından tarih boyunca farklı teoriler geliştirilmesini sonuçlamıştır.
Bu iki teolojik tartışma, bir yandan insanın konumunu mutlak Tanrı yanında zayıflatır ve onun özne olma (irade ve akıl) konumunu ortadan kaldırırken, insanın kurtuluşunun Tanrı’nın inayeti yanında akıl ve irade üzerinden vurgulandığı yeni durumu da ortaya çıkarmıştır. Doğrusu modernite süreç içerisinde insanın irade ve aklını öne çıkararak kurtuluşu temin edeceğine dair inancını kuvvetlendirmiştir.
Bu safhada insan sahip olduğu enstrümanlar (akıl ve irade) aracılığıyla dünya ile yeni bir ilişki kurmayı denemiştir. İşte burada insanın kendisini kuşatan insan ve eşyaya dair yeni tanımlarını görmemiz mümkün hale gelmiştir. Sosyal bilimlerin farklı branşları bunu kendi disiplinleri çerçevesinde üretmişlerdir. Üstelik sosyal bilimlerin bulgularının kesinlik taşıması da erken zamanlardan itibaren öne sürülen iddialar arasında idi.
Batı dışı toplumlar çoğunlukla bu arkaplanı görmezden gelerek, Batı’da sosyal bilimler alanında üretilmiş olan teori ve kavramsallaştırmaları sorgulamadan aldılar. Bu durum Batı dışı toplumlarda sorunların tespiti yerine bir modernleştirme hatta batılılaştırma süreci olarak işledi. Sosyal bilimlerin farklı alanlarına dair derin okumalar yapıldığında onun teolojik karakteri hemen farkedilecektir.
Şimdi Batı dışı toplumlar sosyal bilimlerde üretilen teori, kavram ve şablonları kendi üzerlerine uyguladıklarında, aslında bir dönüşüme kuvvet kazandırmaktadırlar. Elbette sosyal bilimlerin bugün çok ciddi bir birikimi söz konusudur ve bunlardan faydalanmak gerekir. Fakat sömürgeleşmeden kurtulmak için müslüman toplumların kendi paradigmaları çerçevesinde kavram ve teori üretmeleri bir zorunluktur. Yoksa şikayet edilen krizden kurtulmanın imkanı görünmemektedir.