Vasıta çoğaldı ve imkânımız arttı. Birçok yere yetişebiliyoruz ama önceliklerimizi doğru belirlemekte zorlanıyoruz. Kıymetli olanı ya ihmal ediyoruz ya tehir.
Her yere yetişme düşüncesi zamanla bizi yoruyor, usandırıyor, bezginlik oluyor. Değerli olan çok şey anlamını yitiriyor.
Hayat ıskalamaya gelmiyor. Bilhassa büyük şehirlerde daha kısa zamanda yapılabilecek her şey çok uzuyor ve haddinden fazla bizi yoruyor. Çok değil belki bir asır öncesine kadar birkaç günde ulaşılabilecek yerler şimdi birkaç saatte katedilebiliyor. Aynı gün içerisinde bile imkân dahilinde birkaç toplantıya veya mesafeye bakılmaksızın birkaç yere yetişme imkânı söz konusu olabiliyor.
İnsan, arzuları sonsuza uzanan bir varlık. Bitmek tükenmek bilmeyen bir iştaha kapılan insan, biteviye devam eden işlerin girdabına düşmüşse çok şeyi ihmal ediyor. Sosyal bir varlık olan insan birçok ilişki ile bu döngüyü devam ettirebiliyor ancak insanın bu denli meşguliyeti kendi iç dünyasını unutturabiliyor. Hep dışa dönük yaşıyorsak, bu durumda iç dünyamızın derin vadilerinde, hayalimizin sonsuz sınırlarında ne kadar gezebiliyoruz?
İnsan yüksek kapasiteli iş makineleri ile yollar açabiliyor, tüneller açabiliyor. Kendi iç dünyamızı genişletmek için derin tefekkürümüzü ne kadar artırabiliyoruz? Sanırım burada kaybediyoruz. Kaybetme noktamız burası. Burada durup bir mukayese yapmak, bir muhasebe yapmak zaruri hâle geliyor. Ancak yine burada başka unsurlar devreye giriyor. Yüzümüzü dünyaya ait birtakım işlere döndürüyoruz. Bu da bizi kendimizden uzaklaştırıyor.
Bizi yoran, bizi miskinliğe sevk eden, bizi edilgen karaktere sokan faydasız ne varsa ondan uzaklaştıran her eylem güzeldir. Buna itirazımız olmamalı. Ancak uzaklaşmamamız gereken merkezden, mekândan uzaklaşmışsak işte burada durmamız gerekir. İşte burada nereye yetişmemiz gerektiğini, neyi bir tarafa bırakıp neyi öne çıkarmamız gerektiğini düşünmemiz ve ona göre karar vermemiz gerekiyor.
Önceliklerimiz ölüm kadar yakın mıdır? Bunların Kıymeti nedir? Arzularımız sonsuza uzansa da sonlu bir varlık olduğumuzu unuttuk. Oysa bizi dünyadan caydırması gereken bu değil miydi? İnsan nihayetinde varacağı durağı belli olan ve emanet bir can taşıyan, sorumlulukları olan bir varlık değil miydi? İnsan yani kul, nereye yetişecek? Yetişmesi gereken yere geç kalan insanı kim uyaracak?
Kendini daha çok dinleyen, kendisine dönen ve kendisini uzaklaşmaması gereken yerlerden uzaklaştırmayan insan bugün, bu cazibeli dünyada, nereye yakın dersiniz? Biz yetişmek üzere bir telaş içerisinde nereye gidiyorsak, önceliklerimiz ne ise, günlük meşguliyetimiz ne ise ondan ibaretiz. Meşguliyetimiz bizi ele vermez mi? İnsanın önünde bilinmez bir yol var ama bilinen tek bir hakikat ve yetişmemiz gereken tek bir durak ölüm durağıdır. Ancak biz bunu unutuyoruz, aklımıza getirmek istemiyoruz. Bu gerçekten kaçıyoruz, uzaklaşıyoruz; buna sırtımızı dönüyoruz, gözümüzü kapatıyoruz, kulağımızı tıkıyoruz. Ruhumuz başka diyarlarda geziyor. Kalbimiz başka meşguliyetlerle uğraşıyor, gereksiz yükleri yükleniyor ve her atışında bir endişe, bir korku ve daha çok itiraz, daha çok huzursuzluk pompalıyor.
İnsan; et, kemik ve sıvıdan mevcut. Tarttığımız zaman ortaya çıkacak, gözümüzün gördüğü bu değil mi? Peki, hakikat bu mudur? Duygularımızı tartabilir miyiz? Bedenimizin bir ağırlığı var, ruhumuzun ağırlığı nedir? Biz ne taşıyoruz, nereye taşıyoruz, nereye yetişmek istiyoruz ve varacağımız durağa vardığımızda bize yüklenen yük azalmış mıdır, korunmuş mudur, zâyiat var mıdır, teslim edildiği gibi temiz midir? Yok yok, böyle olmamalı!
Yetişelim, şifa bekleyene ve dua edene, tamam. Gözyaşı döken mazluma, ihtiyaç sahibine yetişmek fevkalade.Yalnız unuttuğumuz bir hakikat var. İnsan kendisine yetişemiyor, kendisine yetemiyor, kendisini unutuyor. Aynaya baktığında değişen suretininin bile farkında olamayabiliyor. İnsan hep yetişme telaşıyla meğer kendisini unutmuş ve kendisine belki ihanet etmiş de bundan haberi yok.
Hayat hep istenilen zamanda gülmüyor yüzümüze. Yüksüz ve yüksünmeden yüzümüzü yıkayan sulara yetişmek. Demir tavında dövülür. Tavı geçmiş duyguların kalbimize yük olduğu bir zamanda yetişmek mümkün mü? Muvâfık değilse nasip olmuyor.
Yetişememiş olabiliriz ama yarın yeni bir güneş doğacak. Geç kalmak kaderse yetişmek de kader. İçimizden bir niyet tutup sevdiğimize yetişmek iyi gelecek. Çünkü yetişmek hem kavuşmak hem de yetmektir.